Hz. Âişe (r.a.) Resûlullah’ın Sevgilisi

Resûlullah’ın Sevgilisi:
Hz. Âişe (r.a.)

O zamanlar evlerde kandiller yoktu. Ay ışığı sızardı küçük pencerelerden… Damlardı ayın şavkı hurma dallarından toprak duvarlara. Mescidin avlusuna bitişik küçük odalar da alırdı nasibini ay ışığından ama sadece ay değildi odalardan birini aydınlatan. Âişe’nin (r.a.) gözlerinde parlayan, onun göz bebeklerinde ışıldayan… Dua yansırdı gözlerine geceleri Âişe’nin (r.a.), uzun secdeler aydınlatırdı yüzünü, sakalını ıslatıncaya kadar ağlayan sevgili eşinin akıttığı her bir damla kandile ihtiyaç bırakmazdı… Onun o küçük odasında hiç gece yaşanmamıştı ki… Kararmamıştı ki hiç Âişe’nin (r.a.) göz bebekleri…
Oysa üç gün arka arkaya buğday ekmeğinden yememişlerdi bu evde. Bir ay boyunca ateşin yanmadığı zamanlar da olmuştu, su ve kuru hurma dışında katığın bulunmadığı zamanlar da… Hiçbiri söndürememişti gözlerindeki ışığı Âişe’nin, Âişe mutluluğu dünyalıkla hiç aramamıştı… Onun varlığı yanı başındaydı, çok sevdiği eşinin Âişe’siydi o, Sıddıkası, beyaz tenli Humeyra’sı, Rabbinin temize çıkardığı Müberra’sı idi. Allah Resûlü’ne insanların en sevimlisini sorduklarında verdiği cevaptı Âişe (r.a.). Allah’ın Habibi’nin sevgilisi idi. Cebrail’in selam verdiği kadındı. Müminlerin annesiydi.
Mescidin duvarına bitişik küçük odasında her an birlikteydi Âişe (r.a.) Allah Resûlü’yle, diğer zamanlarda ise onun izini süren bir çift gözdü. Her anını görüp saklamak, zihnine kazımak, sadece kalbinde değil hafızasında da en çok yeri ona ayırmaktı gayesi. Öyle de yaptı. Genç dimağı, ona ait olan her bir anıyı her bir ayrıntıyı özenle sakladı. Sevgili eşiyle hep birlikte olmanın sağladığı ayrıcalığı müminlerin annesi onları aydınlatmakta kullandı. Kapısını merakla, heyecanla, muhabbetle çalan ve Nebî’yi daha yakından tanımak isteyen her soruya cevaptı Hz. Âişe.
– Ey Âişe, Allah Resûlü’nde gördüğün, seni çok şaşırtan hal ne idi?
– Anneciğim, Resûl-i Ekrem’de gördüğün hayret verici bir davranışını bize anlatır mısın?
– Onun ahlakı nasıldı?
– Nebî’nin (s.a.v.) konuşma tarzından bahsetsen bize…
– Uhud gününden daha sıkıntılı bir günü oldu mu?
– Namazları nasıldı Nebî’nin (s.a.v.)?
– Ev hali nasıldı Resûl-i Ekrem’in?

Evinde, küçük odacığında ne yaptığını sorduklarında arı, duru, sade hayatlarını anlatırdı Âişe (r.a.). Dünyalık girmeyen evlerinin tek zenginliğinden bahsederdi uzun uzun, onu anlatmaktan yorulmazdı meraklı gözlere. O zamanlar evlerde kandiller yoktu ama odasını ısıtan da ışıtan da Allah Resûlü’ydü. Yanı başında sevgili eşi varken Âişe, dünya yükünün giremediği bu evde, en saadetli hanede yaşardı. Yaşardı ama onunla birlikte geçirdiği her bir saniyenin hakkını vermenin boynunun borcu olduğunu bilerek, onun eşi olmanın ağırlığını hep üzerinde taşırdı. Sevgili eşinin her hareketini izlemek, ona ait her anıyı hafızasına kazımak, her bir sözünü ezberlemek, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak vazifesiydi adeta. Onun ağzından çıkan her bir söz Âişe’ye verilmiş kutsal bir emanetti. Bu yüzden soruyor, sorguluyor, onun her bir davranışını anlamak, hikmetini kavramak için çabalıyordu. Onun bu berraklığı, netliği, açık sözlülüğü, merakı, yerinde duramayan halleri ona çok yakışıyordu. Aklına bir soru takılmışsa hemen sorardı Allah Resûlü’ne, aklına bir şey yatmadığında çekinmeden sorgulardı. Cevapsız hiçbir soru kalmasın isterdi zihninde, öğreten o olduğundan, tadına doyum olmazdı öğrendiklerinin, bitmesin isterdi tatlı sohbetleri.
Bazı kadınlar sakin, duru bir göl gibiydi; Âişe (r.a.) ise akan coşkun bir ırmak, berrak bir çağlayandı. Sorardı, soruştururdu, itiraz eder, kıskanırdı. Sevincini de kızgınlığını da saklayamaz, yüzüne yansıtırdı. Allah Resûlü onun içini yüzünden okur, her halinden haberdar olurdu. Kıskandığında “Anneniz kıskandı.” der, sakinleştirirdi Âişe’sini; öfkesini anlamak ise onun için hiç zor değildi. “Sen benden razı olduğun zaman Muhammed’in Rabbine yemin olsun ki, dersin; kızgın olduğun zaman ise İbrahim’in Rabbine yemin edersin.” derdi. (Buhârî, Edeb, 63) Âişe’nin de ondan işittikleri içine öyle işlerdi ki herhangi bir sözün, bir davranışın ona ait olup olmadığını bilir, kendisine bir olayı arz ettiklerinde “Allah Resûlü olsaydı şöyle yapardı.” “O, bunları görseydi şöyle derdi.” diyebilecek kadar mizaçşinâs-ı Resûl idi. Çünkü hiç ayrılmamıştı ondan, ayrılmayı aklından hiç geçirmemişti.
Bir gün mescidin avlusundaki odalardan birinin ışığı söndü, artık eskisi kadar parlamıyordu Âişe’nin (r.a.) göz bebekleri… Muhabbetle geçen bir ömür sonunda, bu küçük odacıkta, mübarek başını sevgili eşinin kucağına koydu Allah’ın Habibi… Artık eskisi gibi bakmıyordu Âişe’nin (r.a.) gözleri…

Kaynak :

Sahabe Hatiralari (Diyanet Yayinlari)
Rukiye AYDOĞDU DEMİR