NÜZÛL SÜRECİ BAĞLAMINDA HAC ÂYETLERİNİN TAHLİLİ

NÜZÛL SÜRECİ BAĞLAMINDA HAC ÂYETLERİNİN TAHLİLİ

GİRİŞ

İslâm’ın ana esaslarından olan hac, tavaf, sa‘y, vakfe gibi kulluğun zirvesini oluşturan evrensel ilkeler bakımından eşsiz bir ibadettir. Haccın ayrıntılı hali ve sistematik şekli İbrâhim peygambere dayanmakla beraber[1] Kâbe ve tavaf ibadetinin temeli esas itibarıyla Hz. Âdem’e kadar uzanmaktadır.[2] Hac ifadesinin Kur’ân-ı Kerîm’de “el-hac”,[3] “hiccü’l-beyt”,[4] “el-hâc” (hacılar)[5] şeklinde marife olarak bulunması, haccın bilinen köklü ve kadim bir tarihe sahip olduğunu göstermektedir.

Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi bir sûrede hacca dair konular yer almaktadır. Tespit ettiğimiz kadarıyla direkt veya dolaylı yoldan haccın hikmeti, şekli, zamanı, mekânları, Mekke’nin ve Kâbe’nin tarihçesi, kurban, ihram yasakları gibi konulardan bahseden ortalama yetmiş kadar âyet bulunmaktadır. Hz. İsmail’in kurban hadisesiyle ilgili âyet-i kerîmeleri de dâhil ettiğimizde sayı daha da yükselmektedir. Ayrıca Kur’an’da müstakil olarak Hac isminde bir sûre bulunmaktadır.

Şehirlerin anası,[6] mübarek,[7] harem (saygın),[8] yemin edilen,[9] güvenli, emin ve bereketli[10] bir şehir olan Mekke, haccın merkezidir. Bu mekân Hz. İbrâhim’in duasına[11] müstehak olmuş, yeryüzünde ibadet için kurulup hürmete mazhar olan ilk ev, yani Kâbe’nin bulunduğu yerdir.[12] Buna bağlı olarak Kâbe ve çevresinin maddî-manevî tüm günahlardan ve kirlerden arındırılıp tertemiz bir şekilde tutulması emredilmiş[13] ve burada hac yapılması talimatı verilmiştir.[14] Hz. İbrâhim döneminin sonrasında hac ibadetinin bir kısmı unutulup değişime uğradığından[15], haccın realitede nasıl yerine getirileceği hususu vahiy yoluyla tespit edilmiş ve Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından Kur’an-Sünnet bütünlüğü içerisinde belli bir süreç dâhilinde ashâb-ı kirâma uygulamalı olarak öğretilmiştir.

Genel kabule göre hicretten önce nazil olan âyetler Mekkî, hicret sonrası nazil olanlar ise Medenîdir. Günümüzde mevcut olan Mushaf’taki sûreler, kronolojik olmaktan ziyade çoğunlukla uzunluk ölçülerine göre sıralanmış ve âyetlerin iniş tarihleri konusunda da ittifak oluşmamıştır. Ancak sayısal olarak sûrelerin büyük bir kısmının vahyin ilk dönemlerinde Mekke’de, geri kalanlarının ise hicretten sonra Medîne’de nâzil olduğunu söylemek mümkündür.[16] Bu konuda bir ittifakın olmaması, Hz. Peygamber’in âyetlerin indiği tarih ve ortam hakkında doğrudan özel bir bildiriminin olmamasına bağlanabilir.[17] Kaynaklarda âyet ve sûrelerin mevcut Mushaf’taki dizilişlerinin tevkîfî, yani Hz. Peygamber’in belirlemesiyle mi yoksa daha sonra sahâbenin ictihadıyla mı oluştuğu konusunda farklı yaklaşımlar bulunmaktadır.[18] Bu tartışmalara girilmeden çalışmamızda hac konusundaki âyetler iniş süreçleri bağlamında hicret esas alınarak “Mekkî Olan Hac Âyetlerinin Tahlili” ve “Medenî Olan Hac Âyetlerinin Tahlili” şeklinde iki ana başlık altında incelenecektir.

1. Mekkî Olan Hac Âyetlerinin Tahlili

Ahkâm âyetleri genel olarak Medîne döneminde inmiştir. Haccın uygulamasıyla ilgili âyetler çoğunlukla Medenî olup, hac ibadetinin kurumsallaşması da bu dönemde gerçekleşmiştir. Mekke döneminde genel anlamda haccın zaman ve mekân boyutuna dikkat çekilmiştir. Buna göre Mekke döneminde[19] inen âyetleri zaman ve mekân bağlamında, nüzul süreçleri dikkate alınarak bu başlık altında değerlendireceğiz.

Haccın zamanına dikkat çeken Fecr Sûresi Mekkî olup, nüzûlü itibarıyla onuncu, mushaftaki dizilişi itibarıyla 89. sıradadır.[20] Sûrede günün ağarmasına, on geceye, çift güne, tek güne, geçip giden geceye yemin edilmektedir.[21] Fecr Sûresinde yemin edilen zamanlar dönemin insanları tarafından da bilinen haccın ve Mekke’nin önemli günleridir.[22] Âyetteki “fecr” kelimesiyle kastedilen kurbanın birinci günü veya Zilhicce ayının ilk günüdür. “On gece”den maksat Zilhiccenin ilk on gecesidir.[23] “Tek gün” Zilhicce ayının dokuzuncu günü yani Arefe günü, “çift gün” ise Zilhicce ayının onuncu günüdür.[24] Özetle Fecr Sûresinde genellikle hac ile ilgili gün ve gecelerin önemi vurgulanmış, ancak dönemin muhatapları tarafından bilinen ve uygulanmakta olan bir konu olduğundan, buna dair ayrıntıya girilmemiştir.

Mekke’nin kutsal bir şehir olduğuna dikkat çeken ve yeminle başlayan Tin Sûresi Mekke’de inmiş olup, nüzûlü itibarıyla 28. sıradadır.[25] Yüce Allah’ın bu şehri “emin” olarak nitelemesi, Kâbe’nin hürmetinden ve bu mekânın Hz. İbrâhim’in özel duasına[26] mazhar olmasındandır. Yine bu dönemde Mekke’de 29. sırada[27] nazil olan Kureyş Sûresinde[28] Allah (c.c.) Kâbe’yi bir ev olarak temsilen zatına nispet etmekte ve insanları ibadete çağırmaktadır. Kâbe’yi yıkmak üzere yola çıkan Ebrehe ve ordusunun Mekke yakınlarında helak edilmesiyle[29], kutsal bir yapı olarak Beytullah’ın korunması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Ayrıca Mekke’ye yeminle başlayan Beled[30] ve şehrin güvenilirliğine dikkat çeken Ankebût sûreleri[31] ile Mekke’nin şehirlerin anası[32] ve saygın/dokunulmaz[33] olduğunu ilan eden âyetler de Mekkîdir.[34]

Hz. İbrâhim ile ailesinin hikâyesini konu edinen İbrâhim Sûresi Mekkîdir.[35] Mushaf’ta on dördüncü, nüzûlü itibarıyla yetmiş ikinci sırada[36] bulunan sûrede Mekke’nin kuruluşuyla ilgili bilgiler verilmekte, Kâbe’nin Allah’ın evi olduğu hakikatine vurgu yapılmakta, putlar ve putperestlik anlayışı reddedilmektedir.

Hac konusunda önemli bilgiler ihtiva eden ve üzerinde durulması gereken sûrelerden biri de Hac Sûresidir. Sûrenin indiği yer konusunda farklı görüşler olmakla beraber, konu olarak hem Mekkî hem de Medenî âyetlere benzemektedir.[37] Sûrede geçen “Ey insanlar!”[38] şeklindeki hitaplar, secde âyetleri[39] ve müşriklerle ilgili ifadeler[40] onun Mekkî olma ihtimalini düşündürmektedir. Kurtubî (ö. 671/1272) İbn Abbas’tan (ö. 68/687) rivayetle sûrenin Mekkî olduğunu söyleyerek, sadece 19, 20 ve 21. âyetlerini Medenî kabul etmiştir.[41] Zemahşerî (ö. 538/1143) ve Beyzâvî (ö. 685/1288) benzer bir görüşle sadece 19-24 arasındaki âyetleri Medenî kabul etmektedirler.[42] Müfessir Derveze (ö. 1984) de bazı âyetleri istisna ederek sûrenin genel anlamda Mekkî bir yapıda olduğunu ifade etmektedir.[43] Meseleye biraz daha farklı bakan Mevdûdî’ye (ö. 1979) göre Hac Sûresinin 25 ile 78 arasındaki âyetler hemen hicretin sonrasında Medine’de nazil olmuştur.[44] Buna göre yukarıdaki bilgiler ışığında Hac Sûresindeki bazı âyetlerin dışındaki diğer kısmının Mekkî olduğunu söylemek mümkündür.

Hac Sûresindeki 25-37 arası âyetler ile 67. âyet hacdan bahsetmekte ve sûrede konuyla ilgili toplamda 14 âyet bulunmaktadır. Söz konusu âyetlerde hacdaki insanların eşit oldukları, onları Mescid-i Harâm’dan uzaklaştırmanın yanlışlığı vurgulanmaktadır. Ayrıca Hz. İbrâhim’e Beytullah’ın yerinin gösterildiği bildirilmekte ve bu mekânın her türlü kirden arındırılması gerektiği emredilmektedir.[45] Bu emirden sonra yüce Allah Hz. İbrâhim’e; “İnsanlara haccı ilan et. İster yaya ister uzaklardan gelen yorgun argın develer üzerinde hacca gelsinler.”[46] hitabıyla çağrıda bulunmayı emretmiştir. Kimi kaynaklarda bu çağrının Hz. Muhammed’e (s.a.s.) yönelik olduğu yer alsa da[47], esasen Kur’an’daki bu emir Hz. İbrâhim’e yapılmaktadır. Bu durum hac ibadetinin İbrâhim (a.s.) zamanından itibaren farz olan[48] evrensel bir ibadet olduğuna ve Hz. Muhammed’in (s.a.s.) ümmeti için de ileride meşru hale geleceğine işaret etmektedir.[49]

İbnü’l-Feres (ö. 597/1200) Hac Sûresindeki mezkur âyetten hareketle Hz. Peygamber’in hicret öncesinde iki defa haccettiğine dair görüşlere yer vermektedir.[50] Ancak Mekke’deki şartlar göz önünde bulundurulduğunda bu görüş haccın farz kılınmasıyla değil, Hz. İbrahim’in pratikte uygulanan sünnetine uymakla açıklanabilir. Taberî’nin (ö. 310/922) görüşüne göre Câhiliye çağında hac yolculuğu sadece yaya olarak yapılırdı. Yukarıdaki âyet hacca bineklerle de gidilebileceğini haber vermektedir.[51]

Hac Sûresindeki çağrıyla beraber Ebû Kubeys tepesine çıkan Hz. İbrâhim insanlara seslenerek onları hacca davet eder. İşte o gün bütün insanlar “Lebbeyk” diyerek parola niteliği taşıyan telbiye cümlesiyle bu çağrıya karşılık verirler.[52] Hac Sûresinin 28-29. âyetlerinde ise birtakım menfaatlere şahit olmak, kurbanlıkları putların değil, Allah’ın adıyla kesmek, günah kirlerinden arınmak, adakları yerine getirmek ve Beyt-i Atik’i (Kâbe’yi) ziyaret etmek üzere hac yapılması emredilmekte, kurbanlık olarak “behîme” ve “en’âm” kelimelerine dikkat çekilmekte[53] ve kirlerden arınmak anlamına gelen “tefes” (ÊáË) kelimesine vurgu yapılmaktadır.[54]

Özetle Mekke döneminde daha çok harem bölgesinin önemine dikkat çekilmiş, Kâbe’nin şirkten arındırılması ve temiz tutulması emredilmiştir. Hac Sûresindeki “insanları hacca davet et” mesajıyla gerekli şartlar oluştuğunda haccın yapılacağı zamana hazırlık talimatı verilmiş ve tedrici bir metot izlenerek haccın zihinsel alt yapısı oluşturulmaya başlanmıştır.

2. Medenî Olan Hac Âyetlerinin Tahlili

Ahkâm âyetlerinin pek çoğu Medenî olduğu gibi, hac âyetlerinin bir kısmının yer aldığı Bakara, Âl-i İmrân, Mâide, Enfâl, Tevbe, Fetih gibi sûreler de Medenîdir.[55] Kur’an’ın en uzun ve konuları bakımından en yoğun sûresi olan Bakara, hicretin hemen ardından inmeye başlamış ve bu süreç uzun bir zamana yayılmıştır.[56] Bu nedenle Medîne dönemini incelerken hac menâsiki açısından yoğunluklu olarak Bakara Sûresindeki âyetler dikkat çekmektedir. Özellikle İbrâhim (a.s.) ve ailesinin fedakârca çalışmaları neticesinde inşa edilen Kâbe’nin[57] kıble olarak tespit edildiğini bildiren âyetler[58] ilk dönemde inmiştir. Mescid-i Aksâ’ya yönelerek ibadet eden Yahudilerin[59] Hz. Peygamber’e (s.a.s.) karşı şımarık tutumları[60] neticesinde nübüvvetin ilk yıllarından itibaren yaklaşık 16-17 ay[61] Mescid-i Aksâ’ya yönelip namaz kılan Müslümanlar; “Seni şimdi tam olarak razı olacağın kıbleye yöneltiyoruz.”[62] buyruğu ile Kâbe’ye yönelmeye başladılar. Kâbe’nin kıble olmasıyla beraber hac mekânlarının önemi artmış ve hac ibadetinin zihinlerdeki yeri konusunda bir üst aşamaya geçilmiştir. Bu noktadan itibaren genel manada haccın meşru kılınma sürecine dair âyetler ele alınacak, Safâ-Merve’de sa‘y, eksik kalan hac ve umrenin tamamlanması, hac ruhsatları, Mescid-i Harâm’a yaklaşımlar, haccın farz kılınması, haccın ruhuna zarar veren davranışlar ile diğer bazı konular başlıklar halinde incelenecektir.

2.1. Safâ-Merve İle İlgili Âyet

Haccın ahkâmı hususunda ilk olarak değerlendireceğimiz konulardan birisi Safâ-Merve konusudur. Hac farz kılınmadan önce Müslümanlar umre yapmaya devam etmekteydiler. Bu nedenle hem hac hem de umre için Safâ-Merve’de sa‘y yapmak, Hz. Hâcer ve oğlu İsmâil’in yaşadıklarının sembolik bir provası niteliğiyle önem taşımaktadır. Hz. İbrâhim’den beri pratikte yerine getirilen hac ve umre, zamanla Câhiliye adetlerinin etkisiyle değişime uğramış, Kur’an’da; “Kuşkusuz Safâ ve Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur…”[63] buyurularak sa‘y yapmanın önemine dikkat çekilmiştir.[64]

Âyetin sebeb-i nüzûlü konusunda İbn Abbas’a dayandırılan bir rivayete göre Safâ ve Merve tepelerinde isimleri İsâf ve Nâile olan birer put bulunmaktaydı.[65] Bunların işledikleri günahtan dolayı cezalandırıldıklarına, ibret amaçlı olarak teşhir edilip Safâ-Merve’ye konulduklarına ve zamanla taşlaşıp birer tapınma objesi haline dönüştürüldüklerine inanılmaktaydı. İslâm’ın gelmesiyle buradaki putlardan dolayı Müslümanlar Safâ ve Merve’de sa‘y yapma konusundaki çekincelerini dile getirdiler. Böylece Allah, Safâ ve Merve’nin dinin nişanelerinden olduğunu beyan etmiştir.[66] Başka bir rivayete göre Medineliler Müşellel isimli yerde bulunan Menât’ı ziyaret ettikten sonra Safâ-Merve’deki sa‘yi günah olarak görürlerdi. Bunun için mezkur âyet inerek bu günaha girme vehmini ortadan kaldırmıştır.[67]

Medenî olan âyetin hicretin hemen ardından indiğine dair görüşlerin yanında Hudeybiye’den sonra hicretin yedinci yılında indiği rivâyetleri de vardır.[68] Umre faaliyetlerinin şartlara bağlı olarak hicretin 6. yılından itibaren başladığını düşünürsek, Safâ-Merve konusuyla ilgili âyetin de bu süreçte inmesi kabul edilebilir bir yaklaşımdır. Müslümanlar Hudeybiye’ye varmadan önce umreden engelleneceklerini bilmiyorlardı. Kanaatimizce onlar ilk umre yolculuğu esnasında, İslâm’ın yapısına aykırı bir takım çağrışımlara zemin hazırladığı ve Câhiliye çağının adetlerinden olduğu düşüncesiyle Hz. Peygamber’e (s.a.s.) genelde hac mekânları, özelde ise Safâ-Merve konusunda bazı sorular sormuşlardı. Bilinçli bir topluma dönüşmüş olan Müslümanların hac mekânlarını ziyaret ederlerken putlar sebebiyle kaygıya kapılmamaları gerektiği inen âyet-i kerîme ile beyan edilmiş ve zihinlerdeki bazı soru işaretleri bu şekilde giderilmiştir. Ayrıca bu konudaki âyetin beyanı, Mekke’de yaşayan ve hicret edememiş olan gizli Müslümanların sorunları için de bir cevaptır. Onlar şartlar gereği müşrik Mekkelilerle hac veya umre yaparlarken, putlara açıktan tepki vermekten kaçınmak suretiyle dikkat çekmemeye çalışıyorlardı. Böyle bir süreçte inen âyet-i kerîme ile sorun olarak görülen konulardan birisi hakkında rahatlatıcı bir çözüm üretilmiştir.

2.2. Haccın ve Umrenin Tamamlanmasını Emreden Âyet

Allah haccın insanlar arasında ilan edilmesini ve onların çeşitli imkânlarla kutsal beldeye gitmelerini emrederek[69] İbrâhim peygamber zamanındaki hacca atıfta bulunmuştur. Daha sonra Medine’de Hudeybiye sürecinde inen âyette; “Haccı ve umreyi Allah için eksiksiz yerine getirin. Engellenirseniz kolayınıza gelen bir kurban gönderin. Kurban, mahalline ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Fakat içinizden biri hasta ise veya başından bir rahatsızlığı varsa (tıraşını olup) oruç veya sadaka yahut kurban olarak bir fidye ödesin. Güvenlikte olduğunuzda hacdan önce umre yapan kişi, gücünün elverdiği türden bir kurban kessin. Bulamayan ise hac sırasında üç gün, döndükten sonra da yedi gün yani tam on gün oruç tutmalıdır. Bu, ailesi Mescid-i Harâm civarında oturmayanlar içindir. Allah’ın buyruğuna saygılı olun ve bilin ki Allah’ın cezalandırması çok şiddetlidir.” [70] buyurulmaktadır. Buradaki âyette hac menâsikinin eksik bırakılmayıp tamamlanması gerektiğine dikkat çekilmiştir. Bir sonraki başlıkta ele alınacağı gibi âyetin devamında hac/umre ibadetinin sınırları belirlenerek Müslümanlar hacca hazırlanmıştır. Âyette geçen “Allah için” ifadesi dikkat çekicidir. Nitekim ibadetler yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak için yapılırlar. Bu sebeple tüm şartlarına uyularak hac ve umrenin kâmil bir şekilde îfâ edilmesi büyük önem taşımaktadır.[71]

Fahreddin Râzi (ö. 606/1210) âyetin anlamını, “haccın ve umrenin kâmil sıfatlarıyla yerine getirilmesi” şeklinde izah etmiştir.[72] Nitekim âyetin Hudeybiye musalahasının olduğu hicrî 6. yılda indiği kabul edilmektedir.[73] Peygamberimiz (s.a.s.) ve ashâbı umre yapmak istedikleri halde yapılan anlaşma şartlarına bağlı olarak bir yıl sonra bunu gerçekleştirebilmişlerdir.[74]

Zemahşerî’ye göre âyetteki emir, ibadeti tamamlamaya matuf olduğundan, hac ve umrenin söz konusu âyet ile meşru kılındığını iddia etmek doğru değildir.[75] Dolayısıyla burada hac veya umreye başlamış olan bir Müslümanın eksik kalan hac menâsikini ne şekilde tamamlamak gerektiği[76] anlatılmaktadır.

M. Reşit Rıza (ö. 1935) hac ve umre ibadetinin tamamlanmasını emreden âyet ile zahirî manada haccın ve umrenin eksiksiz yapılmasının, batınî manada ise riya ve gösterişten uzak durulmasının kastedildiği görüşündedir.[77] İzzet Derveze’ye göre mezkur âyetten anlaşılan, hac ve umre ibadetini beraber yapmaktır.[78] Müfessirlerin bir kısmı ise konuya dair âyetin Hudeybiye antlaşmasından önce indiğini, buna bağlı olarak hac ve umrenin Hudeybiye’den önce meşruiyet kazandığını söylemişlerdir.[79] Şayet hac daha önce farz kılınmış olsaydı, Hz. Peygamber ve ashâbı planlarını umre yerine farz olan hac için yaparlardı. Her ne kadar hac aylarında yolculuğa çıkılmış olsa da, bir yıl sonra tekrar yapılacak olan kazâ umresinden de anlaşıldığı gibi Allah Resûlü’nün planı umre yapmaktı. Hatta hac aylarında umre için yola çıkılması da ayrıca dikkat çekicidir. Henüz farz kılınmadığı halde âyette hac ve umrenin birlikte zikredilmesi, Câhiliye döneminde de varlığını devam ettiren hac uygulamalarına işaret etmektedir. Neticede Hz. İbrâhim’den beri hac ibadeti pratikte uygulanmaya devam etmekteydi. Her ne kadar Hudeybiye’de Müslümanların engellendikleri ibadet umre olsa da, yüce Kur’an mesajlarını bir olay veya olguya göre değil, evrensel ilkeler şeklinde belirlemiş olduğundan âyette hac ve umre birlikte zikredilmiştir.

Hudeybiye antlaşmasına göre tamamlanamayan umrenin bir yıl sonra îfâ edilmesi konusunda karara varılmış, burada yaşanan süreç hac menâsiki hakkında evrensel ilkelerin oluşmasına zemin hazırlamıştır. Anlam itibariyle düşünüldüğünde âyet-i kerîmenin Müslümanların umre yapmaktan engellendikleri Hudeybiye antlaşmasından sonra indiğini kabul etmek, meselenin bütünlüğü açısından daha makul bir yaklaşımdır. Özetle âyet-i kerîmenin anlamına uygun olan, eksik kalan hac ve umrenin kâmil manada yerine getirilerek ihram sürecinin tamamlanmasıdır.

2.3. Hacdaki Ruhsatlarla İle İlgili Âyet

Önceki başlıkta kısmen değerlendirdiğimiz Bakara Sûresinin 196. âyetinin devamında yüce Allah hacdan engellenilmesi halinde kurban gönderilmesini, kurban yerine ulaşmadan tıraş yapılmamasını, hastalık sebebiyle tıraş olmak zorunda kalanın oruç, sadaka veya kurban yoluyla fidye ödemesini emretmekte; ayrıca hac öncesi umre yapanların da kurban kesmelerini, buna imkân bulamayanların ise oruç tutmaları gerektiğini bildirmektedir.

Hudeybiye sürecinde indiği kabul edilen yukarıdaki âyet-i kerîmede hac ve umre ile ilgili ihsar, hedy, mahil ve fidye gibi bazı kavramlar zikredilerek ruhsatlara dikkat çekilmekte, mazeret sebebiyle yapılamayan hac ibadetleri hatırlatılarak bireysel anlamda kişiye yüklenen mâlî sorumlulukların çerçevesi çizilmektedir. Bu kavramlar üzerinde kısaca durmak istiyoruz:

– İhsar (الإحصار), niyet edip ihrama giren kişinin düşmanlık, hastalık gibi sebeplerle hac/umre yapamamasıdır.[80] Şubat 2020 tarihinden itibaren Çin’in Vuhan bölgesinden tüm dünyaya yayılan Korona Virüs (Kovid-19) nedeniyle umre ibadetinin durdurulması ve niyet edip mîkât bölgesini aşan bazı umrecilerin geri döndürülmesi, hastalıktan kaynaklı ihsar için önemli bir örnektir.

– Hedy(ÇäçÏê) , hacda kesilen kurbanın adıdır.[81] Niyet edip ihrama giren ve belli sebeplerle hac veya umre ibadetini yapamayan kimsenin de ihramdan çıkabilmek için Mescid-i Harâm bölgesinde koyun, keçi, deve ve sığır cinsinden bir kurban kesmesi gerekmektedir.[82]

– Mahil (åîÍğä) kelimesinin “mekân” ya da “zaman” anlamında olduğuna dair farklı görüşler bulunmaktadır. Ebû Hanîfe’ye (ö. 150/767) göre mahil mekân manasındadır. Dolayısıyla hacdan engellenen kişinin kurbanının harem bölgesinde kesilmesi gerekmektedir. İmam Mâlik (ö. 179/795) ve İmam Şâfiî’ye (ö. 204/820) göre ise mahil zaman anlamında olup kişi engellendiği yerde kurbanını keser.[83] Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s.) ashâbıyla Hudeybiye’de kurbanlarını kesmek suretiyle ihram sürecini tamamlamışlardır.[84]

– Fidye (ÇäáÏêÉ) bir bedel olup, mazeret sebebiyle hacda yerine getirilemeyen ibadetlerin karşılığında ödenir.[85] İhramlı bulunan hacı hastalığından dolayı tıraş olmak zorunda kalır ve ihramdan çıkarsa, oruç, sadaka veya kurban yoluyla fidye verir. Her ne kadar buradaki fidyenin cinsi Kur’an’da bildirilse de, miktarı konusunda bir açıklama yapılmamıştır. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Hudeybiye’de başındaki hastalık sebebiyle Kâb b. Ücre’ye tıraş olup ardından 3 gün oruç tutmasını, yahut 6 muhtaç kişiyi doyurmasını, ya da kurban kesmesini emrettiği[86] rivayet edilmiştir. Buna göre söz konusu hadis, Kur’an’da geçen fidyenin miktarını veya ölçüsünü açıklamıştır. Şiî kaynaklarda ise orucun miktarı 6 gün, fidyenin diğer kısmı ise Hz. Peygamber’den (s.a.s.) gelen rivayete uygun olarak zikredilmektedir.[87]

Bir Müslüman hac ile beraber umresini yapıp eşine yaklaşma, güzel koku sürünme gibi nimetlerden istifade etme imkânına kavuştuğunda bir küçükbaş kurban keser. Burada umre ile temettu‘ haccı (önce umre sonra hac) ya da kıran haccı (tek ihram ile hem umre hem hac) yapanlar kastedilmektedir. Hem temettu‘ ve hem de kıran yoluyla hac ile beraber umre ibadetini bir defada îfâ etme imkânı bulunduğu için, şükür mahiyetinde kurban kesmek gerekmektedir. Kurban kesme imkânı bulamayanlar ihramlıyken 3 gün, evlerine döndükten sonra da 7 gün olmak üzere toplamda 10 gün oruç tutmak durumundadırlar.[88]

Özetle bu başlık altında tahlil ettiğimiz âyet-i celîlede hacdaki bazı zorluklar karşısında sorumluluklar bağlamında çözümler üretilmiş, ruhsatlar belirlenmiş ve sünnetin dindeki konumu sebebiyle bazı meselelerin izahı doğrudan Resûlullah’a (s.a.s.) bırakılmıştır. Ayrıca fidye ve sadaka yoluyla insanlar arasındaki yardımlaşma ve dayanışma ruhunun muhafazası sağlanmış, bireysel anlamda kişiye yüklenen mâlî sorumlulukların önemi vurgulanmıştır. Hudeybiye sürecinde umrecilerin yaşadıkları zorlukların nasıl çözüme kavuşturulacağı hususundan hareketle hac ve umrenin fıkhî çerçevesi önemli oranda şekillenmiştir.

2.4. Mescid-i Harâm’a Girmeyi Müjdeleyen Âyetler

İslâm tarihinde çok meşakkatli zamanların yaşandığı mekânlardan birisi Hudeybiye’dir. Müslümanlar Medine’den umre için 700 kişi ve 70 deve[89] ile yola çıkmış ancak Hudeybiye’de engellenmiş ve burada Mekke’den gelen müşriklerle bir antlaşmaya varmışlardı. Bu antlaşma neticesinde Müslümanlar Kâbe’yi ziyaret etmek ve umre yapmak üzere o yıl Mekke’ye girmeyip Hudeybiye’de kurbanlarını keseceklerdi. Ardından da ihramdan çıkarak bir yıl sonra umre yapmak üzere Medîne’ye geri döneceklerdi. Bu antlaşma görünürde Müslümanların aleyhine gibi anlaşılsa da, siyasî olarak muhatap alındıkları ilk imzalı metin olması yönüyle büyük önem taşımaktadır. Hudeybiye’de yaşanan bu zahmetli sürecin ardından Fetih Sûresi inmiş ve bu bağlamda ilâhî vahiy yoluyla Müslümanlara moral ve motivasyon içerikli çeşitli müjdeler verilmiştir. Yüce Allah müşriklerin Müslümanları Mescid-i Harâm’a girmekten ve kurban kesmekten engellediklerini hatırlatmıştır. Esasen yaşanan bu olayın bir hikmeti de Mekke’de gizli Müslüman olanların zarara uğrama ihtimalini ortadan kaldırmaktır. Böyle bir tehlike olmasaydı, Allah Müslümanları muzaffer kılacak ve müşrikleri mağlup edecekti. Yine âyetlerde rüya yoluyla Hz. Peygamber’e ileride gerçekleşecek büyük fetih haber verilerek Müslümanların güven içinde, saçlarını kesmiş olarak ve korkudan emin bir şekilde Mescid-i Harâm’a girecekleri bildirilmiş ve ayrıca yakın zamanda gerçekleşecek başka fetihler müjdelenmiştir.[90]

Yukarıda da geçtiği gibi umre yapmak isteyen Müslümanlara baskı uygulanmış ve ilk umreye izin verilmemiştir. Bazı hikmetlere mebni olarak Mekke’ye giriş izni geciktirilmiştir. Müslümanlıklarını gizleyenler ve kalben İslâm’a meyledenler, tam anlamıyla ashâb tarafından tanınmıyorlardı. Bu grubun içinde özellikle zor şartlar sebebiyle hicret yolculuğunu göze alamamış kadın, çocuk, hasta ve yaşlılar bulunmaktaydı.[91] Ancak siyasî sebeplerle Mekke’de kalanlar da vardı. Mesela Resûlullah’ın (s.a.s.) amcası Abbas (r.a.) maslahat icabı ve stratejik sebeplerle bu dönemde Mekke’deydi.[92] Böylesi kritik bir dönemde Müslümanların herhangi bir çatışmaya müdahil olmaları, imanlarını gizlemek zorunda kalan Mekke’deki Müslümanları zor durumda bırakacaktı. Dolayısıyla zahiren şer gibi görünse de esasen sabretmek ve Hudeybiye antlaşmasına sadık kalmak Müslümanlar açısından büyük fethin habercisi durumundaydı.

Umrede kurban kesmek gerekli olmamakla beraber faziletlidir. Bu nedenle Hz. Peygamber’in Hudeybiye’de ashâbıyla kestikleri kurbanlar nafile bir ibadettir. Hudeybiye’nin Harem sınırları içerisinde olup olmadığı konusunda farklı yorumlar olmakla beraber, çoğunluğa göre burası Harem sınırlarının dışındadır. Bu ibadetin îfâsı esnasında kesilen kurbanların Harem sınırları içinde olması gerekmektedir. Hac kurbanının Minâ bölgesinde kesilmesi müstehaptır. Bazı kaynaklarda umrede kesilecek kurbanlar için en faziletli mekânın Merve olduğu ifade edilse de, günümüz koşullarında bu mümkün gözükmemektedir.[93] Bu sebeple kurbanların Minâ’da kesilmesi genel bir uygulamaya dönüşmüştür.

Kaynaklarda Allah Resûlü’nün (s.a.s.) Hudeybiye’ye varmadan önce sahâbeye rüyasını anlattığı yer almaktadır. Buna göre Müslümanlar ihramlı bir şekilde Mekke’ye girecek ve ibadetin sonunda tıraş olacaklardı. Bu rüyayı duyan Müslümanlar kısa zamanda Mekke şehrine gireceklerini düşünerek büyük bir umuda kapıldılar. Ancak Hudeybiye’de anlaşma yapılıp konunun seyri değiştiğinde ise üzüntüye kapıldılar. Rüyayı haber alan münafıklar da bu durumu bir fırsata dönüştürerek Müslümanları Allah Resûlü’ne karşı tahrik etmeye çalıştılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) Müslümanlara; “Ben fethin bu yıl olacağını söylemedim, rüyada da bu sene gerçekleşeceğini görmedim.” diyerek fethin ileriki zamanlarda gerçekleşeceğine dair bir açıklama yaptı.[94] İşte böylesi bir ortamda inen Fetih Sûresinde Resûlullah’ın (s.a.s.) rüyası tasdik edilerek Mescid-i Harâm’a girileceği müjdelenmiş ve yakın zamanlı bir fethe dikkat çekilmiştir.[95] Kaynaklarda müjdelenen bu fethin Hudeybiye veya Mekke’nin fethi olduğu yönünde görüşler olduğu gibi,[96] bunun Hayber’in fethi olduğuna dair kanaatler de[97] yer almaktadır.

Muhammed Hamidullah’a (ö. 2002) göre Peygamberimiz’in (s.a.s.) esas hedefi Hayber’i almaktı. Mekkeliler ile bir anlaşma yaparak onların tarafsızlığını sağlaması gerektiğinden, planı gizli bir şekilde yürütmüştür.[98] Hamidullah’ı böyle bir fikre sevk eden temel düşünce, Fetih Sûresinde müjdelenen zaferin Hayber olma fikridir.

Kur’an’da Allah müminlerin güven içinde ve korkudan emin olarak başlarını kazıtmış ya da saçlarını kısaltmış bir halde Mescid-i Harâm’a gireceklerini ve umre yapacaklarını haber vermiştir.[99] Buradaki umrenin adı “Kazâ Umresi” olup, Hudeybiye’de yapılamayan umredir. Müslümanların “korkudan emin olması” demek, müşriklerin giderek güç-kuvvet kaybedeceklerine ve kendilerinin de güç-kuvvet kazanacaklarına işaret etmektedir.[100]

Hudeybiye’nin tarihinden hareketle Fetih Sûresinin hicrî altıncı yılda indiğini söylemek mümkündür.[101] Ayrıca antlaşmanın Zilkade ayında yapılması,[102] haccı emreden Âl-i İmrân Sûresi 97. âyetin o tarihe kadar inmediğine işaret etmektedir. Şayet bu tarihe kadar haccı emreden âyet inmiş olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.) Zilhicce ayını düşünerek talimatını hac için verirdi. Ancak gerçekte bu yolculuk umre yapmak üzere planlanmıştır.

2.5. Kur’an’ın Hacdaki Câhiliye Adetlerine Karşı Tutumunu İfade Eden Âyetler

Hz. İbrâhim’den sonraki dönemlerde hac ibadetine bazı yanlış anlayışlar yerleştirilmiştir. Bu başlık altında âyetler yoluyla dikkat çekilen bazı Câhiliye adetlerinin nasıl bir revizyona tabi tutulduğuna kısaca göz atacağız. Nitekim şirk unsurları katılmış olmakla beraber Câhiliye döneminde de bazı ritüeller bağlamında hac yapılmaktaydı.[103]

Câhiliye döneminde hac esnasında ticaret yapmanın kişiyi Allah’ı anmaktan mahrum bırakacağına inanılırdı. Bu sebeple Zilhicce ayının ilk on gününde alış veriş yapmak yasaktı.[104] Kur’an’da ise hac mevsiminde ticaret yoluyla Allah’ın lütfundan istemekte bir günah olmadığı bildirilmiştir.[105] Daha önce geçtiği gibi hac esnasında cinsellik, kötü söz ve diğer menfi davranışlar yasaklanmış, ancak meşru olan ticarî faaliyetlerin yasak kapsamında olmadığı beyan edilmiştir. Başka bir görüşe göre ise Câhiliye haccı sırasında ticaret yapılır ancak haram aylarda savaş yapılmazdı. Hac döneminde el-Mecenne, Ukâz ve Zülmecâz adlarıyla anılan üç büyük ticarî panayır kurulurdu. Müslümanlar böyle bir ticaretin hac ibadetine zarar vereceğini düşündüklerinden, konuyla ilgili vahiy inmiştir.[106] Haccın ruhuna aykırı olan şey, ibadeti ikinci planda bırakarak ticarî faaliyetlere yönelmektir. Esasen İslâm’da meşru yollarla ticaret yapmak teşvik edilmiştir.

Hz. İbrâhim zamanından itibaren hacılar Zilhicce’nin dokuzunda Minâ’yı aşarak Arafât’a çıkar ve güneş batımıyla birlikte Müzdelife’ye dönerlerdi. Ancak Câhiliye döneminde Kureyşliler kendilerinin imtiyazlı olduklarını düşünerek Arafât[107] yerine Müzdelife’de vakfe yapmaya başladılar. İşte; “İnsanların akın ettiği yerden siz de akın edin.”[108] âyetiyle Câhiliye çağının bu yanlışına dikkat çekilmiştir.[109]

Kur’an’da Câhiliye toplumunun başka anlayışları da eleştirilmektedir. Câhiliye halkı hac mevsiminde bir araya geldiklerinde babalarının yaptıklarını ve neseplerini anlatır, birbirlerine karşı mal mülk sebebiyle övünür ve ataları adına yemin ederlerdi.[110] Hâlbuki tefâhur ve tekâsür yani varlıkla, atalarla övünmek ve çokluk yarışına girmek Kur’an’da tenkit edilmiş[111], hac ibadetleri bitirildikten sonra insanların atalarını andıklarından daha fazla Allah’ı anmaları emredilmiştir.[112]

Kur’an’ın Câhiliye çağına yaptığı eleştirilerden biri de, Kâbe’nin çevresinde ıslık çalmak ve el çırpmak suretiyle kuru gürültü şeklindeki ibadet anlayışlarıdır.[113] Müşriklerin buradaki amaçları belli kılıflar altında müminlerin ibadetlerini engellemekti. Ancak Müslümanların bu bölgeye hâkim olmasıyla beraber asabiyet, atalarla övünme, puta tapma, ibadet esnasında ıslık çalma, el çırpma gibi Câhiliye döneminden kalma bazı ritüeller ve şirk unsurları kaldırılmış, hac fiilleri tevhid inancına uygun hale getirilmiştir.

2.6. Mescid-i Harâm’a Saygı Gösterilmesini Emreden Âyetler

“Mescid-i Harâm” ifadesiyle kastedilen yer Kâbe, Kâbe’nin çevresi ve Mekke’dir.[114] Kur’ân-ı Kerîm’de, Mescid-i Harâm’ın çevresinde savaş yapılmasının doğru olmadığı[115], bir önceki başlıkta yer alan bilgilerle birlikte buranın ziyaret edilmesi konusundaki engellemenin ve insanları Mescid-i Harâm’dan çıkarmanın büyük bir günah olduğu bildirilmiştir.[116] Yine Kur’an’da müşriklerin Müslümanlara karşı olan şiddetli davranışları ve ibadet sırasında Kâbe’deki yanlış tavırları sebebiyle bu kutsal mekânı hak etmedikleri ve Mescid-i Harâm’ın imarı konusunda gerçek anlamda müminlerin yetkin oldukları vurgulanmaktadır.[117]

Konuyla ilgili âyetlerin yer aldığı Enfâl Sûresinin Mushaf-ı Şerif’te sekizinci, inişi itibarıyla seksen sekizinci sûre olduğu ve Bedir savaşından sonra nazil olduğu kabul edilmektedir.[118] Bununla beraber Hz. Peygamber’in Mekke’de olduğu dönemde 33. âyetin “Sen içlerindeyken Allah onlara azap etmez.” kısmının indiği, Medîne’ye göç ettiğinde ise, “Onlar istiğfar ederlerken de Allah onlara azap etmez.” anlamındaki ikinci kısmının nazil olduğu, ayrıca güçsüz ve kimsesiz Müslümanların da hicret etmesiyle, “Allah o müşriklere niçin azap etmesin ki,…” anlamındaki üçüncü bölümünün indiği kabul edilmiştir.[119] Ancak konu ve üslup yönüyle âyetler arasında bir münasebet bulunduğundan, sûrenin tamamının Medine döneminde indiğini söylemek mümkündür. Özellikle yüce Allah’ın müşriklerin Mescid-i Harâm’a ehil olmadıklarını ve Müslümanların buraya layık olduklarını bildirmesi, kanaatimizce haccın farz kılındığı döneme yakın bir zamana denk gelmektedir. Nitekim burada Müslümanlara Mescid-i Harâm’ın bakımı konusunda bir sorumluluk yüklenmekte ve onların Mekke’ye gireceklerine dair bir işaret bulunmaktadır.

Kâbe hizmetleri Câhiliye döneminde dahi kabileler tarafından bir üstünlük gayesiyle yerine getirilmekteydi. Bununla beraber müşriklerin Kâbe’de ıslık çalarak ve el çırparak ibadet etmelerinin bir sonucu olarak Müslümanlar ibadetlerini rahat îfâ edemiyorlardı.[120] Ayrıca Kur’an müşriklerin, Müslümanları Mescid-i Harâm’ı ziyaretten ve kurban ibadetinden engellediklerini haber vermektedir.[121] Bütün bu baskı ve zulümler müşriklerin Kâbe’deki yanlış uygulamalarına son verilmesi gerektiğini ve artık Mekke’deki kontrolün Müslümanların lehine değişmesinin zorunlu hale geldiğini göstermektedir.

Mescid-i Harâm’ın hürmeti konusunda Hz. Ömer’in; “Ben mescitte babamın katilini görsem yine de çıkıncaya kadar ona dokunmam.” dediği, Ebû Hanîfe’nin de; “Kısas uygulanması gereken birisi hareme sığınırsa ona karışılmaz.” şeklinde görüş belirttiği rivayet edilmektedir.[122] Hz. Peygamber’in (s.a.s.) Mekke’nin fethi esnasında mescide sığınanların, evlerine kapananların, hatta Ebû Süfyân’ın evine sığınanların dahi güvende olduklarını ilan etmesi, saldırıya uğramadıkları sürece Mescid-i Harâm’da kan dökmeyeceklerine ve hiç kimseye dokunmayacaklarına dair bir emandır. Ancak burada kasıtlı olarak çarpışmayı başlatan kimselerin öldürülebileceği[123] konusunda da âlimler ittifak etmişlerdir.[124]

Mekke’nin fethiyle müşriklerin Kâbe’de çıplak bir şekilde tavaf yapmaları yasaklanmıştır.[125] Böylece Kâbe’nin saygınlığına yakışan bir ortam oluşturulmak sûretiyle Müslümanların siyasî ve dinî anlamda kuralları belirleyen hâkim pozisyona yükseldikleri yeni bir dönem başlamıştır.

2.7. Haccın Farz Olduğunu Bildiren Âyetler

Yüce Allah, Âl-i İmrân Sûresinde yeryüzünde ibadet için yapılan ilk binanın Kâbe olduğunu bildirmiş ve Makâm-ı İbrâhim gibi “apaçık delillerin” varlığından hareketle “oraya girenin güven içinde olacağını” beyan etmiş, “Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkıdır.”[126] buyruğuyla haccı emretmiştir.

Âlimlerin çoğunluğuna göre Âl-i İmrân Sûresi 97. âyet, haccın farz kılınmasının delilidir.[127] Burada geçen “apaçık deliller” ifadesi ile Haceru’l-Esved, Makâm-ı İbrâhim gibi somut delillerin yanında,[128] Allah’ın tekliği, benzersiz oluşu ve Kâbe’nin müminleri birleştiren yüce vasıfları da anlaşılabilmektedir.[129]

“Oraya girenin güven içinde olacağı” anlamındaki ilâhî mesaj, dünya ve âhiretteki bütün tehlikelere karşı güvende olmak anlamındadır.[130] Bu aynı zamanda hac için yola çıkan kişinin her türlü günahtan korunup güven içinde olması ve Peygamber (s.a.s.) ile umretü’l-kazâ yolculuğuna çıkanların emniyette olması anlamında da yorumlanmıştır.[131] Nihayetinde Hz. İbrâhim’in özel dua ettiği Kâbe ve çevresinde barışın, güvenin tesis edilmesi, haram aylarda savaş yapılmasının yasaklanmış olması, Kâbe’yi yıkma girişimlerinin sonuçsuz kalması[132] gibi konular, buradaki güvenliğin en somut delilleridir.

“Yolculuğuna gücü yetmek”, yani istitaat (ÇÓòÊî×îÇÙî) hac yapmak üzere maddî ve manevî güce sahip olmak demektir.[133] Buradaki “istitaat” kelimesi genellikle güç, azık ve yol imkânı şeklinde yorumlanmıştır.[134] Buna göre sağlık, maddî güç, yol emniyeti, vakit, hürriyet, farziyeti bilmek gibi hususlar istitaat kavramının anlam alanı içinde yer almaktadırlar.[135] Vedâ Haccı esnasında bir kadın Allah Resûlü’ne (s.a.s.) gelir ve yaşlı babası adına vekâlet yoluyla hac yapmak istediğini söyler. Hz. Peygamber (s.a.s.) bu şekilde sağlık sorunları olan yaşlı birisi adına vekâlet yoluyla hac yapmanın mümkün olduğunu ifade eder.[136] Yaşanan bu hadise istitaat kavramı bağlamında sağlık konusunun hac için önemli bir gerekçe olduğunu göstermekte. Özellikle günümüz şartlarında yaş ortalamasına bağlı olarak yaşanan sağlık sorunları istitaat kavramının yeniden değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.

Rivayete göre hac ile ilgili vahiy indiğinde Resûlullah (s.a.s.) ashâbına bir hutbe irad ederek haccın farz kılındığını ilan etmiştir. Akra‘ b. Hâbis haccın her sene olup olmadığını sorduğunda ise Peygamberimiz (s.a.s.) ona cevap vermemiş, ancak sualini üç defa tekrar edince Resûlullah (s.a.s.); “Şayet evet demiş olsaydım her yıl hac yapmaya gücünüz yetmezdi. Hac ömürde bir defa olup fazlası nafiledir.” cevabını vermiş ve ardından da geçmiş kavimlerdeki gibi kişiye yeni sorumluluklar yükleyecek konularda soru sorulmamasını ve peygamberlere muhalefet edilmemesini tavsiye etmiştir.[137] “Size zor gelecek konuları sormayın.”[138] meâlindeki âyet-i celîle de bu sebeple inmiştir. Taberî ve Zemahşerî’nin görüşüne göre haccın farz kılındığını bildiren âyetle beraber Hz. Peygamber (s.a.s.) Medîne’de bulunan diğer din mensuplarını bir araya getirerek durumu onlarla paylaşır. Ancak bu topluluktan az bir kısmı Resûlullah’ı tasdik ettikleri için Âli İmrân Sûresi 97. âyetin[139] devamı olan “Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah âlemlerden müstağnidir.” meâlindeki bölüm inmiştir.[140]

Hac Sûresinde yüce Allah Hz. İbrâhim’e insanların hacca davet edilmesi emrini iletmiş,[141] Bakara Sûresinde ise hac ve umre ibadetinin tamamlanması istenmiştir.[142] Âl-i İmrân Sûresinin 97. âyetinde haccetmenin Allah’ın insanlar üzerindeki bir hakkı olduğu bildirilerek, haccın kesin olarak farz kılındığı hükme bağlanmıştır.

Haccın farz olduğunu bildiren âyet-i celîlenin[143] hicretten sonra indiği bilinmekle beraber, söz konusu âyetin hicretten önce nâzil olduğuna dair görüşler de bulunmaktadır. Âyetin hicret öncesinde indiği görüşünde olanların dayanakları, Câbir b. Abdullah rivayetidir. Buna göre Resûlullah (s.a.s.) ikisi hicretten önce olmak üzere toplamda üç hac yapmıştır.[144] Kanaatimizce Hz. Peygamber hicret öncesinde farz gayesiyle değil, Hz. İbrâhim’in devam eden uygulamasına icabet gayesiyle hac yapmıştır. Ayrıca Mekke döneminin ağır şartları altında hac gibi zor bir ibadet ile mükellef kılınmak, Müslümanların güvenliği açısından büyük problemlere sebep olabilmekteydi. Bu nedenle haccın hicretten önce meşru kılınması, muhtemel riskler açısından mümkün görünmemektedir.

Haccın hicretten sonraki zamanı konusunda da genel anlamda iki görüş dikkat çekmektedir. Bunlardan birincisi hicretin üçüncü senesinde, ikincisi ise dokuzuncu senesinde farz kılındığı şeklindedir.[145] Kurtubî’nin görüşüne göre haccı emreden âyet hicrî üçüncü yılda inmiş ancak Resûlullah (s.a.s.) onuncu yıla kadar hac yapamayıp beklemek zorunda kalmıştır. Kurtubî ayrıca haccın beşinci, yedinci veya dokuzuncu yıl farz kılındığına dair bazı farklı görüşlere de yer vermektedir.[146] Haccın hicretin üçüncü yılında meşru kılındığı ancak Kâbe’nin çıplak tavaf edilmesi nedeniyle Resûlullah’ın (s.a.s.) hac yapmayı geciktirdiği yönünde görüşler de bulunmaktadır.[147] Müslim’deki rivayete göre Peygamberimiz Medine’de dokuz yıl bekleyip onuncu yılda haccı ilân etmiştir.[148] Haccın hicretin dokuzuncu yılında farz kılındığı görüşü ise Buhârî (ö. 256/870), Nevevî (ö. 676/1277), İbn Teymiyye (ö. 728/1328) ve İbn Kayyım (ö. 751/1350) gibi bazı âlimlerin yanı sıra cumhur ulemanın da görüşüdür.[149]

Âl-i İmrân Sûresinin inişi hicretin üçüncü yılında başlamış olmakla beraber bu durum uzun bir süre devam etmiştir. Haccın hicretin ilk yıllarında farz kılındığını kabul etmek, Müslümanların içinde bulundukları şartlar açısından büyük zorluklar oluşturmaktadır. Mekkelilerle savaş halinin devam ettiği bir dönemde Müslümanların hac gibi meşakkatli bir ibadetle mükellef kılınmaları bu yönüyle de mümkün gözükmemektedir. Şayet ilk dönemde böyle bir ilâhî emir olsaydı, Hz. Peygamber (s.a.s.) en baştan itibaren haccı geciktirmez, hatta Hudeybiye umresi yerine farz olan haccın yapılması için talimatını verirdi. Allah Resûlü’nün (s.a.s.) hicretin sekizinci yılında Mekke’nin fethinden sonra hac aylarından Zilkade’de Ci‘râne’den başlayarak umre yapması da[150] haccın henüz farz kılınmadığına işaret etmektedir. Hac hicrî dokuzuncu yılda farz kılınınca Hz. Ebû Bekir (ö. 13/634) aynı yıl az sayıda kişinin başında hac emiri olarak görevlendirilmiştir.[151] Bu dönemde Kâbe ve çevresindeki şirk unsurlarının varlığı ve Câhiliye adetleri devam etmekteydi.[152] Bu sebeple Hz. Ebû Bekir’in hac emirliği görevi aynı zamanda Resûlullah’ın bir sonraki yıl katılacağı büyük hac[153] için hazırlık anlamı taşıyordu. Hz. Peygamber ise hicretin onuncu yılında “Vedâ Haccı”[154] adıyla maruf olan ilk ve son haccını yapmıştır.

2.8. Haccın Ruhunu Zedeleyen Konulara Dikkat Çeken Âyet

Haccın ruhunu zedeleyen bazı konulara ve zamanına dikkat çeken Bakara Sûresinin 197. âyet-i kerîmesini bu başlık altında değerlendireceğiz. Hicretten hemen sonra inmeye başlayan Bakara Sûresinin nüzûlü yaklaşık on yıl devam etmiş, hacca dair âyetler belli aralıklarla nazil olmuş, haccın ana omurgasını oluşturan temel prensipler müstakil âyetler halinde inerek ibadetin kurumsal yapısı bir sürece yayılmıştır. İbn Âşûr’a (ö. 1879/1973) göre Bakara Sûresi 197. âyet ile daha önce değerlendirdiğimiz ve hac ile umrenin tamamlanması gerektiğini emreden Bakara Sûresi 196. âyet arasında üç yıl gibi bir süre bulunmaktadır. Dolayısıyla mücmel olarak haccın farz kılındığını emreden Âl-i İmrân Sûresi 97. âyet-i kerîmesinden sonra inerek bu âyeti beyan eden[155], kâmil bir haccın yapılmasına dikkat çeken ve haccın ruhunu zedeleyen konularda uyarıda bulunan Bakara Sûresinin 197. âyetinin inişi de hicrî 9. yılda gerçekleşmiştir.[156] Nitekim haccın çerçevesinin belli olmasıyla beraber Hz. Ebû Bekir az sayıda Müslümanla birlikte hac için bu yıl yolculuğa çıkmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de konuya şöyle dikkat çekilmektedir:

“ÇîäòÍîÌñï ÇîÔòçïÑì åîÙòäïèåîÇÊìۚ áîåîæò áîÑîÖî áêçğæñî ÇäòÍîÌñî áîäîÇ ÑîáîËî èîäîÇ áïÓïèâî èîäîÇ ÌğÏîÇäî áğê ÇäòÍîÌ”

“Hac, bilinen aylardadır.[157] Kim o aylarda hacca başlarsa artık ona hac sırasında kadına yaklaşmak, günaha sapmak ve tartışıp çekişmek yoktur.”[158] Âyet-i kerîmede haccın hazırlık süreci de hesap edilerek hac aylarına (Şevval, Zilkade ve Zilhicce ayının ilk on gününe) dikkat çekilmekte, hac esnasında cinsel ilişki ile her türlü aşırı söz ve davranışların (rafes), günaha düşmenin (füsûk), kavga etmenin (cidâl) yanlış olduğu bildirilmekte ve devamında en hayırlı azığın takvâ olduğu vurgulanmaktadır.[159]

Âyetin nüzulü hakkındaki yorumlara göre Yemen’den gelen hacılar yanlarına herhangi bir yiyecek almadan yola çıkar ve bunu Allah’a tevekkül amacıyla yaptıklarını iddia ederlerdi.[160] Ancak bu kişilerin aç kalıp dilenmek zorunda kalmaları haccın ruhuna uymadığından, Kur’an’da en hayırlı azığın takvâ olduğuna dikkat çekilmiştir. Buna göre hac için yola çıkan kimselerin maddî ve manevî anlamda her türlü tedbiri alarak yola çıkmaları önem taşımaktadır. Bu noktadan hareketle haccın ruhuna zarar veren davranışlar olarak rafes, füsûk ve cidâl kavramları üzerinde biraz daha durmak istiyoruz.

2.8.1. Rafes

Rafes (ÑáË), kötü, çirkin ve her türlü aşırı/müstehcen söz, eşlerin kendi aralarındaki cinsel çağrışımlar ve münasebetler anlamındadır. Bu nedenle ihramlıyken eşler arasındaki şehevî arzuları ve diğer aşırılıkları çağrıştıran bütün sözler ve hareketler rafes kavramı kapsamında değerlendirilmiştir.[161] İhram sürecinde ilişkiye girmek yasak olduğundan, bu süre zarfında eşlerin her türlü arzu ve isteklerine sınırlandırma getirilmiştir.

İbn Ömer (ö. 73/693), İbn Abbas ve Süddî (ö. 127/745) gibi âlimlere göre rafes yaklaşmak anlamında cimadan kinaye bir kavramdır. Zeccâc (ö. 311/923) ve Ezherî’nin (ö. 370/980) de içinde bulundukları âlimlerin genel görüşüne göre rafes erkeğin eşinden talep ettiği tüm istekleri içine alan geniş bir anlam alanına sahiptir.[162] İbnü’l-Arabî (ö. 534/1148) ise kadınlarla ilgili bütün konuşmaları rafes kapsamında değerlendirmiştir.[163]

Kur’an’da oruç gecesi “rafes” yapmanın helâl kılındığı[164] bildirilmiş, kavramın anlamı “eşler arasındaki ilişki” şeklinde açıklanmıştır.[165] Ayrıca âyetin devamında mescitte itikâfta olan kişinin evine gidip eşiyle birleşmesini yasaklayan ifade[166], rafes kavramının cinsel ilişki anlamına geldiğini beyan etmektedir.[167] “Kim hac yapar da cinsel ilişkide (rafes) bulunmaz ve günah işlemez ise annesinden doğduğu günkü gibi tertemiz hacdan dönmüş olur.”[168] meâlindeki hadis-i şerifte de kavramın anlamına dair önemli bir bilgi sunulmaktadır.

Özetle rafes kavramının Kur’an’da ve hadislerde eşler arasındaki cinsel ilişki, cinselliği çağrıştıran müstehcen söz ve davranışlar ile her türlü olumsuz, kötü, çirkin ve aşırı söz anlamında kullanıldığını ifade etmek mümkündür.

2.8.2. Füsûk

Sözlükte “olgunlaşmış hurmaların kabuklarından çıkması” manasında bir şeyin özünden kopması anlamına gelen fısk kavramı, fe-se-ka (áÓâ) fiilinin mastarıdır.[169] Terim manası ise kötü davranışlar sergilemek, müminlere sövmek, isyan etmek ve çirkin lakaplar takmaktır.[170] Genel anlamı itibarıyla fısk istikametten sapmaktır. Bu sebeple ehli imana yakışmayan bütün söz ve davranışlar füsûk kavramı bağlamında değerlendirilmiştir.[171]

İbnü’l-Arabî ihrama giren kişinin avlanmasını, Allah’tan gayrısına kurban kesmesini veya diğer günah çeşitlerini füsûk kavramı adı altında zikretmiştir.[172]

İbn Ömer füsûk kavramını sibâb yani sövmek şeklinde izah etmiştir.[173] Kur’an’da Allah’ın rızasından çıkmak[174] nifak,[175] mâsiyet,[176] ve kizb[177] gibi günahları işlemek şeklinde kullanımları da mevcuttur. Bu durumda fıskın küfür kavramından daha genel olduğunu ve haccın ruhuna uymayan tüm fiillerin “fısk” kapsamında bulunduğunu söyleyebiliriz.

2.8.3. Cidâl

Cidâl (ÌÏÇä) kelimesi sözlükte “delile karşı delil göstermek”, “mücadele ve münakaşa etmek”, “aşırılık ve taşkınlık yapmak” manalarındadır.[178] Terim olarak cidâl, kişinin hac menâsikinin îfâsı sırasında arkadaşları ya da diğer çalışan kişilerle kavga etmesi, ağız dalaşında veya husumette bulunmasıdır.[179]

Müfessir Tahâvî (ö. 321/933) haccın zamanı ile ilgili tartışmaların da cidâl kapsamında değerlendirilebileceğini söylemiştir.[180] Nitekim böyle ihtilaflar Müslümanların birlik ruhuna zarar vermektedir.

Bakara Sûresinin 197. âyet-i kerîmesinde rafes, füsûk ve cidâl kavramlarına karşı takva kavramına yer verilmesi anlamlıdır. “Vikaye” kelimesinin kökünden türetilen takva, “koruma”, “esirgeme” anlamlarına gelir. Terim anlamıyla takva güçlü bir himayeye girmek suretiyle günahtan ve nefsin arzularından kaçınarak ihlaslı olabilmektir.[181] Hacda verilen eğitim sayesinde insanların her şeye Allah’ın rızâsı bağlamında yaklaşım sergilemesi ve tüm varlıklarla iyi geçinmesi arzulanmaktadır.

2.9. İhramlının Avlanmasını Yasaklayan Âyetler

Mâide Sûresinde beyan edildiğine göre yüce Allah ihramlı kişinin avlanmasını yasaklamıştır.[182] Bu yasaklayıcı uyarılar aynı zamanda hac için yapılan son hazırlıklardır. Mâide Sûresinin Medîne’de 112. sırada indiği kabul edilmektedir.[183] Ancak bir bütün olarak değerlendirildiğinde sûrenin tek seferde inmediği, inişinin farklı zamanlarda ve zeminlerde tamamlandığı anlaşılmaktadır.

Sûrenin ilk âyetinde yüce Allah, iman edenlere hitaben ÇîèòáïèÇ ÈğÇäòÙïâïèÏ “akitlerinize bağlı kalın” diye buyurmuş ve ihramlıyken av yapmayı helâl saymamak kaydıyla, belirlenenlerin dışındaki hayvanların helâl olduğunu bildirmiştir.[184] Akit, “hukuki bir sonuç meydana getirmek üzere karşılıklı iradelerin birbirlerine uygun olarak izah edilmesi” şeklinde tarif edilmiş[185], mücmel olarak zikredilen kelime, âyetin devamındaki ifadelerle açıklanmıştır.[186] Şiî kaynaklarında yer alan iddiaya göre buradaki akit ifadesi ile kastedilen, Hz. Peygamber ve Hz. Ali arasında yapılan bir hilafet akdidir.[187] Ancak kavramın anlam alanını daralttığı ve kavramsal çerçeveyi sınırlandırdığı için buradaki yorumun kabulü ihtimal dâhilinde değildir. Bu bağlamda âyette kastedilen akit kavramı için Allah-insan ve insan-insan muamelelerinin tümünü kapsayıcı geniş bir çerçeve çizmenin daha doğru bir yaklaşım olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla ihram yasaklarına uymak, Allah ile insan arasındaki bir akde sadık kalmak olarak değerlendirilmelidir.

Mâide Sûresindeki âyet-i kerîmede helal kılınan hayvanlara dikkat çekilerek ÈîçٖêåîÉï ÇäòÇîæòÙîÇåğ (behîmetü’l-en‘âm) ifadesine yer verilmektedir. “Behîme” (Èçêåç) ile tüm dört ayaklı canlılar, “en‘am” (ÃæÙÇå) ile deve, sığır, koyun ve keçi cinsi hayvanlar kastedilmektedir.[188] İhramdayken avlanmayı meşru görmemek kaydıyla Kur’an’da zikredilen; “Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına kesilen, boğulan, darbeyle, düşmeyle veya boynuzlanarak ölen, yırtıcı hayvanların parçaladığı ile putlar için kesilen.”[189] hayvanların dışındakiler helaldir. Hac ve umre için ihrama girmiş bulunanların avlanması yasaklanmış ancak deniz avı serbest bırakılmıştır.[190] Buna göre ihramlı kişilerin karada av yapmaları yasak olduğu gibi ihramlı olan başka birisinin avladığı hayvanın etinden yemeleri de uygun değildir.[191]

Konuyla ilgili olarak Mâide Sûresinde ayrıca ihramdan çıkmakla beraber avlanma yasaklarının tekrar serbest kılındığı bildirilmiş[192], müminlere hitaben avlanma yasağının ihlali durumunda uygulanacak cezalar açıklanmıştır. Bu cezalar kurban kesmek, yoksulları doyurmak veya oruç tutmak ile yerine getirilir.[193]

Yüce Allah takat getirilebilecek bir mevzuda insanları imtihana tabi tutmakta, avlanmayı haram kılarak ihramlı olmanın kişiye yüklediği sorumlulukları hatırlatmaktadır. Ayrıca ihram yasakları yoluyla samimi olan Müslümanların ortaya çıkmasını sağlamaktadır.[194]

Bahsi geçen âyetlerin hicrî 6. yılda indiğine dair görüşler olsa da, esasen söz konusu âyetlerin Mekke’nin fethinden sonra, Vedâ Haccı sırasında nazil oldukları kabul edilmektedir.[195] Ashâb-ı kirâm ihramlı oldukları bir esnada karada çokça yabani hayvan sürüleriyle karşılaşmışlardı. Avlamak mümkün olduğu halde ihram sebebiyle bu yasak ihlal edilemiyordu.[196] İhramlı kişi için avlanmanın yasaklanmasındaki çok önemli hikmetlerden birisi, sabır ve tahammül yoluyla nefsi terbiye edip ıslah etmektir. Böylece müminler bir taraftan ihram yasakları vasıtasıyla eğitilirlerken, diğer taraftan da hac konusunda tedricen inen âyetler ışığında zihinleri meşgul eden sorunlar giderilmekteydi. Netice itibarıyla ashâb, haccın esaslarını vahiy yoluyla veya Resûlullah’ın açıklama ve uygulamalarıyla öğreniyordu.

Bilinçli olarak av hayvanı öldüren ihramlı bir kimse, fıkhî açıdan ceza olarak öldürdüğü hayvana denk bir hayvan kurban etmelidir. Hangi hayvan için nasıl bir cezanın uygun olacağı ise âdil iki hakemin kararıyla tayin edilir. Böyle bir ceza kurbanının Harem bölgesinde kesilmesi gerekir. Avlanan hayvanlar serçe ve çekirge gibi dengi olmayan küçük bir hayvan ise, değeri yeme-içme cinsinden sadaka olarak verilir. Sadaka verilemediği durumlarda ise her sadaka için bir gün oruç tutmak gerekir. Cezayı ödeme sıralaması kurban kesmek, yemek yedirmek ve oruç tutmak şeklinde olup Kur’an’da bunlar “veya” edatıyla birbirine bağlanmıştır. Bundan hareketle İmâm Mâlik ve cumhur ulemaya göre cezada sıra şart değildir. İbn Abbas ise lafızların sıralanışından hareketle sıraya riâyet edilmesi gerektiğini savunmuştur.[197] Arapların temel geçim kaynaklarından biri avlanmaktı. Bunu sadece rızık kaygısıyla değil, eğlenmek gayesiyle de yaparlardı. Yüce Allah ihramlı olanları denemek için karada avlanmayı yasaklamış, ancak su ürünlerini avlamayı serbest bırakmıştır. İmam Mâlik ve Ebû Hanîfe ihramlının av hayvanını kesmesini caiz görmemişlerdir.[198]

2.10. Şeâire Hürmet Göstermeyi Emreden Âyetler

Ayırıcı özellik, nişan, alâmet gibi anlamlarına gelen “şaîre” (ÔÙêÑÉ) kelimesinin çoğulu “şeâir” (ÔîÙîÇÆğÑ) şeklinde gelir.[199] Dinî bir terim olarak şeâir “yaratıcı tarafından vaz edilen, kulluğa vesile olan, saygı ve korunmaya layık birtakım ibadet, işaret ve sembollerdir.”[200] Kur’an’da şeâir kavramı dört yerde hac ibadeti hakkında Allah ismine muzaf olarak geçmektedir.[201] Özellikle hacda sembolik mana ifade eden pek çok ritüel veya ibadet bulunmaktadır.[202] Şeâir de çoğunlukla bu anlamdadır.

Konuyla ilgili âyet-i kerîmede din nişanelerine, haram aya, hac kurbanına, kurbanlıklara takılan gerdanlıklara[203] ve Kâbe’ye gelenlere saygı gösterilmesi emredilmektedir.[204] Hacdaki simge (şeâir) ve yasaklara (hurumât) gösterilmesi gereken saygı, bir müminin vazifesi olarak Allah’a gösterilen saygıyı ifade eder.[205]

Allah’ın koyduğu ölçülere (ÔîÙîÇÆğÑÇääñîçğ) hürmet gösterme emri, müşrik Araplarla savaşların devam ettiği bir zamana denk gelmektedir. Bu yüzden yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için putperest bile olsalar, hac amacıyla yola çıktıkları için Beytullah’a giden müşriklere dokunulmaması emredilmektedir.[206] Konumuzla ilgili ilâhî vahyin nüzûl sebebi hakkında tefsir kaynaklarında özetle şöyle bir mesele anlatılmaktadır: Hutam b. Dab‘a el-Bekrî adında bir zat hırsızlık yoluyla aldığı develere kurbanlık görüntüsü vermek için gerdanlık takarak develeri Mekke’ye sürer. Müslümanlar ise peygamberimizden izin talep ederek söz konusu kervanı yakalamak isterler. Bunun üzerine yanlış algı ve yorumlara meydan vermemek için Müslümanların hac işaret ve sembollerine hürmet göstermeleri emredildi.[207]

Kur’an’da Müslümanların müşriklere karşı intikam duygularından sakınmaları emredilmektedir.[208] Geçmişte yapılan eziyetler ve yaşatılan sürgün hayatı, muhtemelen bazı Müslümanları intikam hırsına sevk etmiştir. Yukarıdaki uyarının Müslümanların Mekke’ye sahip oldukları ve hassas bir dönem olan ilk zamanlarda yapıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre şeâire hürmeti emreden âyetin Mekke’nin fethinden sonra indiğini kabul etmek doğru bir yaklaşımdır. Nitekim Muhammed Esed (ö. 1992) âyetin hicrî 10. yılda indiğini ve genel bir muhteva taşıdığını ifade etmiştir.[209] Konuyla ilgili âyetin devamında iyilik ve takva hususunda yardımlaşmada bulunulması emredilmiş, günah ve düşmanlık konusunda ise dayanışmadan kaçınılması istenmiştir. Böylece adalet ve emniyet ilkeleri çerçevesinde yeryüzünün en iyi toplumunu inşa etmek hedeflenmiştir. Hac ibadetinin bu önemli prensipler bağlamında ele alınması, esas ulvi gayeyi oluşturmaktadır. Bu durumda şeâir kavramı sadece somut ibadetleri değil, inanç ve ahlâk ilkelerini, hatta Kâbe’ye karşı dış müdahaleler için alınacak tedbirleri de içine alan geniş bir manayı ifade etmektedir.

2.11. Müşriklerin Mescid-i Harâm’a Yaklaştırılmamalarını Emreden Âyet

Mekke fethinin gerçekleştiği, Kâbe ve çevresindeki putların temizlendiği ve Müslümanların bütünüyle Mekke’de hâkimiyet kurmak suretiyle dinin esaslarını tebliğ edip en güçlü zamanlarına ulaştıkları dönemde, müşriklere karşı bütün zamanlarda geçerli olacak yeni tedbirler alınmıştır. Tevbe Sûresindeki;[210]“Ey İman edenler! Biliniz ki Allah’a ortak koşanlar pisliğe batmışlardır. Artık onlar bu yıldan sonra Mescid-i Harâm’a yaklaşmasınlar.”[211] meâlindeki ilâhî emir ile putperestlerin “neces” (pis) olarak ifade edilmeleri, Allah’a iman etmemekten kaynaklanan manevî, ruhî ve zihnî bir kirlilik sebebiyledir.[212] Bu aşamadan sonra Müslümanların kutsal hac mekânlarında müşriklere müsamaha göstermeleri, putperestliğe açık kapı bırakmak anlamına gelmektedir.[213] Bu bakımdan Mekke’nin fethiyle beraber ilk dönemlerde yanlış algıların önüne geçmek için çok dikkatli adımlar atılması sağlanmış, İslâm’ın gönüllerde yer edinmesiyle beraber sonraki aşamaya geçilmiş ve tevhid inancının bir gereği olarak putperestler Mescid-i Harâm’dan uzaklaştırılmışlardır.

SONUÇ

Hac ibadeti dünya hayatı ile âhiret hayatı arasında önemli bir köprü vazifesi görmekte ve kişiye çok önemli sorumluluklar yüklemektedir. Kur’an’da gerek doğrudan ve gerek dolaylı olarak hac ibadetinin yapılışından, Kâbe, haram aylar, hac vakti, ihram yasakları, kurban, hac ile diğer konu ve mekânlardan bahseden yaklaşık yetmiş kadar âyet-i kerime bulunmaktadır. Hac konusundaki âyetlerin en çok yer aldığı sûreler ise Bakara, Mâide ve Hac sûreleridir. Bu konuda Mekke döneminde inen âyetlerde daha çok zaman ve mekân vurgusu ön plana çıkarılmış, Hz. İbrahim’in haccı hikâye edilerek ibadetin evrenselliğine dikkat çekilmiş, bu süreçte tedrici bir usul takip edilerek söz konusu ibadetin Müslüman bireylerin zihin dünyalarında yer edinmesi sağlanmıştır. Hz. İbrâhim’in insanlığa öğrettiği hac, Hz. Peygamber’e kadar devam etmiştir. Özellikle hac kavramının Kur’an’da marife olarak gelmesi, onun bilinen ve pratikte uygulanan bir ibadet olduğuna işaret etmektedir. Ancak putperestlik ve kabilecilik anlayışlarının neticesinde müşrikler tarafından hac ibadetine bazı müdahaleler yapılmış ve şirk unsurlarına yer verilmiştir. Kur’an’ın inmeye başlamasıyla beraber süreç içerisinde bu olumsuz unsurlar ve müşriklerden kalma ritüeller tek tek ortadan kaldırılarak hac ibadeti yeniden sahih yapısına dönüştürülmüştür.

Haccın esas kurumsal yapısı Hz. Peygamber’in Medine döneminde gerçekleşmiştir. Medenî sûrelerde on yıl gibi bir süreç boyunca daha çok haccın ruhuna ve ahkâmına dikkat çeken âyetler inmiştir. Konuyla ilgili âyetlerin peyderpey inmesinin neticesinde Müslümanlar zihinsel ve stratejik bir olgunlaşma süreci yaşamışlardır. Bu dönemde ilk olarak kıblenin değişimine dair âyetlerin nüzûlü gerçekleşmiş ve Kâbe’nin hedeflenen yön olarak tayin edilmesi sağlanmıştır. Kur’an’ın inmesiyle beraber bilinçli bir topluma dönüşen Müslümanların Safâ-Merve’deki putlar sebebiyle tereddüte düşmeden tevhid anlayışıyla sa’y yapmalarında bir sakınca olmadığı bildirilmiştir. Hac ve umreden engellenmiş olmanın getirdiği yeni sorumluluklara dikkat çekilmiş ve eksik kalmış hac ile umrenin tekrar nasıl tamamlanacağı ruhsatlar bağlamında izah edilmiştir. Umre ibadeti fiili olarak yapılmakla beraber henüz hac farz kılınmamış ancak Müslümanlar muhtemel risklere karşı uyarılarak ibadetin çerçevesi daha belirgin hale getirilmiş, Câhiliye toplumunun yanlışları ifade edilerek Mescid-i Harâm’ın şanına uygun davranılması emredilmiştir. Hicrî 9. yılda haccın farz olduğunu bildiren Âl-i İmrân Sûresinin 97. âyeti ile beraber Müslümanlar tarafından hacca hazırlık yapılmıştır. Hac aylarını haber veren âyet-i kerîme ile haccın zamanı açık bir şekilde beyan edilmiş, aynı âyette haccın ruhuna zarar veren hususlara dikkat çekilerek ihramlı kişinin her türlü olumsuz söz ve davranıştan sakınması emredilmiş, gerçek bir kişilik inşa etmesinin önemi vurgulanmıştır. Bu yılda ilk olarak Hz. Ebû Bekir az sayıda kişinin başında hac emiri olarak görevlendirilmiş, alt yapı ve bilgilendirmenin sağlanmasıyla beraber Hz. Muhammed (s.a.s.) sonraki yıl büyük bir kalabalık halinde Vedâ Haccı’nı gerçekleştirmiştir. İhram yasaklarıyla ilgili belirleyici müeyyideler Hz. Peygamber ile olan bu yolculuk sürecinde inmiş, son adımda ise belli esaslar çerçevesinde Kâbe’nin saygınlığını korumaya yönelik süreklilik arz eden tedbirler alınmıştır.

KAYNAKÇA ve DIPNOTLAR

(:::)ınar, Ali. “Kur’an Âyetlerine Göre Hac İbadetinin Zamanı ve Daha Sağlıklı Bir İbadet İçin Bazı Teklifler”. Marife Dergisi 3/1 (2003).

(:::)ınar, Ali. “Cahiliye Dönemi Haccından İbrâhimî Hacca Dönüş”. Bütün Yönleriyle Hac, ed. Murat Sülün. İstanbul: Ensar Neşriyat 2015.

Bâzergan, Mehdi. Kur’an’ın Nüzûl Süreci. çev. Yasin Demirkıran – Melâ Muhammed Feyzullah. Ankara: Fecr Yayınevi, 1998.

Beyzâvî, Ḳāḍî Nasîrüddin Abdullah b. Ömer. Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl. thk. Muhammed Abdurrahman el-Maraşli. 5 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turasi’l-‘Arabî, 1418.

Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâil. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. nşr. Mustafa Dîb el-Buğa. 6 Cilt. Beyrût: Dâru İbn Kesîr, 1987.

Cerrahoğlu, İsmail. “Kur’ân-ı Kerîm’de Hac”. DİB Aylık Dergi 9 (1970), 102-103, 361-371.

Cessâs, Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî. Ahkâmü’l-Kur’ân. thk. Muhammed Sadık Kamhâvî. 4 Cilt. Beyrût: Dâru İhyai’t-Turâsi’l-‘Arabî, 1403.

Cevherî, İsmâil b. Hammâd el-Fârâbî. es-Sıhâh tâcü’l-luğa ve sıhâhu’l-‘arabiyye. thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr. 6 Cilt. Beyrût: Dâru’l-İlm, 1987.

Cürcânî, Muhammed Şerif. Kitâbü’t-Ta‘rîfât. Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1983.

Derveze, Muhammed İzzet. et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱. Kahire: Dâru İhyâi’l-Kutubi’l-‘Arabî, 1383.

Ebüssuûd, Muhammed b. Muhammed. İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm ilâ mezâya’l-Kur’ân’il-Kerîm. 9 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, ts.

Esed, Muhammed. Kur’an Mesajı. çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk. 3 Cilt. İstanbul: İşaret Yayınları, 1999.

Ezrakī, Ebü’l-Velîd Muhammed b. Abdillah b. Ahmed. Ahbâru Mekke. thk. Rüşdi Salih. 2 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Endülüs, ts.

Fâkihî, Ebû Abdillah Muhammed b. İshâk. Aḫbâru Mekke fî ḳadîmi’d-dehr ve ḥadîs̱ih. thk. Abdulmelik Abdullah Dehîş. 6 Cilt. b.y.: Dâru’l-Hadr, 1414.

Gözeler, Esra. Kur’an Âyetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal Bir Yaklaşım (1 Reblu’l-evvel-4 Reblu’l-evvel Arası). Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2009.

Güç, Ahmet. “Kıble”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 25/364-365. Ankara: TDV Yayınları, 2002.

Hamidullah, Muhammed. İslâm Peygamberi. çev. Salih Tuğ. 2 Cilt. Ankara: 2003.

Hamidullah, Muhammed. “Hudeybiye Antlaşması”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 18/297-299. İstanbul: TDV Yayınları, 1998.

Heyet. Hayrettin Karaman vd. Kur’an Yolu. 5 Cilt. Ankara: DİB Yayınları, 2006.

Işık, Emin. “Hac Sûresi”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 14/420-421. İstanbul: TDV Yayınları, 1996.

Işık, Emin. “Bakara Sûresi”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 4/526-529. İstanbul: TDV Yayınları, 1991.

İbnü’l-‘Arabî, Ebû Bekir Muhammed b. Abdillah. Ahkâmü’l-Kur’ân. 4 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2003.

İbn Âşûr, Muhammed Tâhir. et-Tahrîr ve’t-tenvîr. 30 Cilt. Tûnus: ed-Dâru’t-Tûnisiyye, 1984.

İbnü’l-Cevzî, Ebü’l-Ferec Abdurrahman b. Ali b. Muhammed. Zâdü’l-mesîr fî ‘ilmi’t-tefsîr. 4 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kitabi’l-A’rabî, 1422.

İbnü’l-Feres, Ebû Muhammed Abdulmun‘im el-Endelüsî. Ahkâmü’l-Kur’ân. thk. Tâhâ b. Ali vd. 3 Cilt. Beyrût: Dâru İbn Hazm, 2006.

İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdulmelik. es-Sîretü’n-nebeviyye. 2 Cilt. b.y.: Turasu’l-İslâm, ts.

İbnü’l-Kelbî, Hişâm b. Muhammed. Kitâbü’l-Esnâm. thk. Ahmet Zeki Paşa. Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 2000.

İbn Kesîr, İmaduddîn Ebi’l-Fidâ İsmâil ed-Dımeşkî. Tefsîrü’l-Kur’ân’il-‘azîm. thk. Muhammed Hüseyin Şemseddin. 9 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1419.

İbn Manzûr, Muhammed. Lisânü’l-‘Arab. Beyrût: Dâr sâdr, 1414.

İbn Teymiyye, Ahmed b. Abdulhalîm el-Harrânî. Menâsiku’l-Hacc. thk. Enes b. Adil el-Yetâmâ. Kuveyt: Dâru Rekâiz li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 2018.

İsfahânî, Râğıb Ebü’l-Kāsım Hüseyin b. Muhammed. el-Müfredât fî ġarîbi’l-Ḳurʾân. thk. Safvan Adnan ed-Dâvî. Beyrût: Dâru’l-Kalem, 1412.

Kahtânî, Saîd b. Ali. Menâsiku’l-Hac ve’l-‘Umre fi’l-İslâm fî davi’l-kitâb ve’s-sünne. el-Kasb: Merkezu’d-Da’va ve’l-İrşâd, 2010.

Kummî, Ebü’l-Hasan Ali b. İbrâhim. Tefsîrü’l-Kummî. 3 Cilt. b.y.: Müessesetü’l-İmâmi’l-Mühtedî, 1435.

Kur’ân Yolu. https://kuran.diyanet.gov.tr

Kurtubî, Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekir. el-Câmi‘ li ahkâmi’l-Kur’ân. 20 Cilt. Kahire: Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1964.

Küçükaşçı, Mustafa Sabri – Bozkurt, Nebi. “Mescid-i Harâm”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 29/273-277. Ankara: TDV Yayınları, 2004.

Mâtürîdî, Ebû Mansur Muhammed b. Mahmud. Te’vîlâtü ehli’s-sünne. thk. Mecdi Baslum. 10 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2005.

Mâverdî, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed. en-Nüket ve’l-‘uyûn. thk. Seyyid ibn Abdulmaksûd b. Abdirrahîm. 6. Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kutubil’l-İlmiyye, ts.

Medenî, Burhânüddîn İbrâhim b. Ferhûn. İrşâdü’s-sâlik ilâ ef‘âli’l-menâsik. thk. Muhammed b. Hâdî. 2 Cilt. Riyâd: Mektebetü’l-Abîkân, 2002.

Mevdûdî, Ebü’l-Alâ. Tefhîmü’l-Kur’ân. çev. Heyet. 7 Cilt. İstanbul: İnsan Yayınları, 1997.

Müslim, Ebü’l-Hüseyn b. el-Haccac. el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ. nşr. Muhammed Fuad Abdulbâkī. 5 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi Turâsi’l-‘Arabî, ts.

Nesefî, Ebü’l-Berekât. Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl. 3 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kelim et-(:::), 1998.

Oral, Rıfat. Peygamberimizle 27 Gün (Veda Haccı). Ankara: DİB Yayınları, 2011.

Önkal, Ahmet. “Hazrec”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları, 1998.

Özaydın, Abdulkerim. “Hac”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 14/386-400. İstanbul: TDV Yayınları, 1996.

Özervarlı, M. Sait. “Şiâr”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 39/123-124. İstanbul: TDV Yayınları, 2010.

Özsoy, Ömer – Güler, İlhami. Konularına Göre Kur’ân. Ankara: Fecr Yayınevi, 2014.

Polatoğlu, Enver. “Haccın Hikmet Boyutu ve Sembolik Yapısı”. İslami İlimler Araştırmaları Dergisi 12 (Aralık 2022), 120-146. https://doi.org/10.54958/iiad.1193153

Râzî, Fahreddin. et-Tefsîrü’l-kebîr (Mefâtîḥu’l-ġayb). 32 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâ-i Turasi’l-‘Arabî, 1420.

Reşit Rıza, Muhammed. Tefsîrü’l-menâr. 12 Cilt. b.y.: el Heyetü’l-Mısriyyetü’l-Âmme, 1990.

Sâbûnî, Muhammed Ali. Safvetü’t-tefâsîr. 4 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1998.

Sarıçam, İbrahim. Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı. Ankara: DİB Yayınları, 2004.

Saylan, İbrahim. “Hacc-ı Ekber Günü Hakkında Şârihlerin Yaklaşımları”. İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi 8/2 (Temmuz 2022), 567-601.

Seyyid Kutub. Fî Ẓilâli’l-Ḳurʾân. çev. M. Emin Saraç vd. İstanbul: Madve Yayınları, ts.

Sülün, Murat. “Kur’ân’da Haccın Kavramsal Çerçevesi”. Bütün Yönleriyle Hac. ed. Murat Sülün. 253-282. İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015.

Süyûtî, Celâleddin Abdirrahman b. Ebî Bekr. el-İtḳān fî ‘ulûmi’l-Kur’ân. thk. Muhammed Ebü’l-Fadl İbrâhim. 4 Cilt. Mısır: el-Heyetül-Mısriyye, 1974.

Şevkânî, Muhammed b. Ali. Fetḥu’l-ḳadîr. 6 Cilt. b.y.: Dâru İbn Kesîr, 1414.

Şeker, Dursun Ali. “Müzdelife”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. İstanbul: TDV Yayınları, 2006. 32/239-240.

Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr. Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîl-i âyi’l-Kur’ân. thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî. 14 Cilt. b.y.: Dâru’l Hicr, 2001.

Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr. Târîhu’t-Taberî. 11 Cilt. Beyrût: Dâru’t-Turas, 1387.

Tahâvî, Ebû Câ‘fer Ahmed b. Muhammed. Ahkâmü’l-Kur’âni’l-Kerîm. thk. Sadettin Ünal. 2 Cilt. İstanbul: TDV Yayınları, 1998.

Tirmizî, Muhammed b. Îsâ. Sünenü’t-Tirmizî. thk. Ahmed Muhammed Şakir. 5 Cilt. Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, ts.

Vâhidî, Ebü’l-Hasen Alî b. Ahmed en-Nîsâbûrî. Esbâbu nüzûli’l-Kur’ân. b.y.: Dâru’l-İslâh, 1992.

Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Muhammed b. Ömer. el-Keşşâf ʿan hakāʾikı gavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-ekāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl. 4 Cilt. Beyrût: Dâru’l-Kitabi’l-‘Arabî, 1407.

Zerkeşî, Ebû Abdillâh Bedrüddîn. el-Burhân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân. thk. Muhammed Ebû Fadl İbrâhim. 4 Cilt. Beyrût: Dâru’l-M‘arife, 1431.

Zuhaylî, Vehbe b. Mustafa. et-Tefsîrü’l-münîr fi’l-‘akîdet-i ve’ş-şerîat-i ve’l-menhec. 30 Cilt. Dımeşk: Dâru’l-Fikr, 1418.

[1]* Bu çalışma 2021 yılında Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Prof. Dr. Veysel Güllüce danışmanlığında tamamlanan “Kur’an’da Hac” başlıklı doktora tezi esas alınarak hazırlanmıştır.

Kur’an Yolu (Erişim 16 Mayıs 2022), el-Hac 22/27-29.

[2] Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîl-i âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türkî (b.y.: Dâru’l-Hicr, 2001), 6/19-25; Ebü’l-Velîd Muhammed b. Abdullah el-Ezrakī, Ahbâru Mekke, thk. Rüşdi Salih (Beyrût: Dâru’l-Endülüs, ts.), 1/37-42.

[3] Bk. el-Bakara 2/189, 196, 197; et-Tevbe 9/3; el-Hac 22/27.

[4] Âl-i İmrân 3/97.

[5] et-Tevbe 9/19.

[6] el-En‘âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7.

[7] Âl-i İmrân 3/96; el-İsrâ 17/1.

[8] en-Neml 27/91; el-Kasas 28/57.

[9] el-Beled 90/1; et-Tîn 95/3.

[10] el-Bakara 2/125-126, 191-192; Âl-i İmrân 3/97; İbrâhim 14/35; en-Neml 27/91; el-Kasas 28/57; et-Tîn 95/3.

[11] el-Bakara 2/127-128; İbrâhim 14/35-37.

[12] Âl-i İmrân 3/96; İbrâhim 14/37.

[13] el-Bakara 2/125; el-Hac 22/26.

[14] Âl-i İmrân 3/97; el-Hac 22/27-29.

[15] İsmail Cerrahoğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’de Hac”, DİB Aylık Dergi 9 (102-103), 1970, 361-362.

[16] Bk. Celâleddin b. Abdirrahman es-Süyûtî, el-İtḳān fî ‘ulûmi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ebü’l Fadl İbrâhîm (Mısır: el-Heyetü’l-Mısriyye, 1974), 1/37-41.

[17] Ebû Abdillâh Bedrüddîn ez-Zerkeşî, el-Burhân fî ʿulûmi’l-Ḳurʾân, thk. Muhammed Ebû Fadl İbrâhim (Beyrût: Dâru’l-M‘arife, 1431), 191-192.

[18] Konuya ilişkin rivayetler bağlamında gerek İslâm geleneğinde ve gerekse batılı kaynaklarda yere alan farklı yaklaşımların değerlendirilmesi hakkında geniş bilgi için bk. Esra Gözeler, Kur’an Âyetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal Bir Yaklaşım (1 Reblu’l-evvel-4 Reblu’l-evvel Arası) (Ankara: Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2009), 63-153.

[19] Batı’da yapılan kronolojik Kur’an çalışmalarından Theodor Nöldeke’nin “Geschichte des QorÊns” adlı eserinde Mekke dönemi kendi arasında 3 dönem şeklinde tasnif edilmiştir. Bk. Gözeler, Kur’an Âyetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal Bir Yaklaşım, 31, 120-124.

[20] Muhammed İzzet Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱ (Kahire: Dâru İhyâi’l-Kutubi’l-‘Arabî, 1383), 1/531.

[21] el-Fecr 89/1-4.

[22] Ali (:::)ınar, “Kur’an Âyetlerine Göre Hac İbadetinin Zamanı ve Daha Sağlıklı Bir İbadet İçin Bazı Teklifler”, Marife Dergisi 3/1 (2003), 92.

[23] Ebü’l-Kāsım Muhammed b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf (Beyrût: Dâru’l-Kitabi’l-‘Arabî, h.1407), 4/746; Vehbe b. Mustafa ez-Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr (Dımeşk: Dâru’l-Fikr, 1418), 30/222; “On gece” konusunda farklı görüşler için bk. Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, thk. Seyyid İbn Abdulmaksûd b. Abdirrahîm (Beyrût: Dâru’l-Kutubil’l-İlmiyye, ts.), 6/264-247.

[24] Bk. Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 6/264-247; Abdurrahman b. Ali b. Muhammed İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr fî ‘ilmi’t-tefsîr (Beyrût: Dâru’l-Kitabi’l-‘Arabî, 1422), 4/437-438.

[25] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 2/163.

[26] el-Bakara 2/125-126.

[27] Heyet, Hayrettin Karaman vd., Kur‘an Yolu (Ankara: DİB Yayınları, 2006), 5/692.

[28] el-Kureyş 106/3.

[29] el-Fîl 105/1-5.

[30] el-Beled 90/1.

[31] el-Ankebût 29/67.

[32] el-En‘âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7.

[33] en-Neml 27/91; el-Kasas 28/57.

[34] Ḳāḍî Nasîrüddin Abdullah b. Ömer el-Beyżâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, thk. Muhammed Abdurrahman el-Maraşli (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, 1418), 3/247, 5/313; Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 3/351.

[35] Süyûtî, el-İtḳān, 1/39.

[36] Heyet, Kur’an Yolu, 3/300.

[37] Emin Işık, “Hac Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14/420.

[38] el-Hac 22/1, 5, 49, 73.

[39] el-Hac 22/18, 77.

[40] el-Hac 22/71, 73-74.

[41] Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekir el-Kurtubî, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’ân (Kahire: Dâru’l-Kutubi’l-Mısriyye, 1964), 12/25.

[42] Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/141; Beyżâvî, Envâru’t-tenzîl, 4/64.

[43] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 6/8.

[44] Ebü’l-Alâ Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, çev. Heyet (İstanbul: İnsan Yayınları, 1997), 3/339.

[45] el-Hac 22/25-26.

[46] el-Hac 22/27.

[47] Muhammed b. Muhammed Ebüssuûd, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, ts.), 6/104.

[48] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 17/197; Heyet, Kur’an Yolu, 1/304.

[49] Ömer Özsoy – İlhami Güler, Konularına Göre Kur’an (Ankara: Fecr Yayınevi, 2014), 341; Ayrıca bk. Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 4/18.

[50] Ebû Muhammed Abdulmun‘im İbnü’l-Feres el-Endelüsî, Ahkâmü’l-Kur’ân, thk. Tâhâ b. Ali vd. (Beyrût: Dâru İbn Hazm, 2006), 3/298.

[51] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 16/514.

[52] Kurtubî, el-Câmi’, 12/38; Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 17/192-194.

[53] Behîme (بهيمه), karada ve denizdeki tüm dört ayaklı canlıları ifade eden müphem bir kavram olduğundan, bu kavram en‘am (انعام)kelimesi ile açıklanmıştır. En‘am ise deve, sığır, keçi ve koyun türü hayvanlardır. Bk. Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/153.

[54] Farklı görüşler olmakla beraber tercih edilen görüşlere göre tefes (تفث), ihramın üzerindeki kirlerin temizlenmesi, tırnakların ve vücuttaki kılların kesilmesi, gusül alınması ve güzel kokular sürünmesi şeklindeki maddî-manevî temizliklerin yapılması anlamındadır. bk. Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 4/20; Ebü’l-Hasan Ali b. İbrahîm el-Kummî, Tefsîrü’l-Kummî (b.y.: Müessesetü’l-İmâmi’l-Mühtedî, 1435), 2/678; Burhânüddîn İbrâhîm b. Ferhûn el-Medenî, İrşâdü’s-sâlik ilâ efâli’l-menâsik, thk. Muhammed b. Hâdî (Riyâd: Mektebetü’l-Abîkân, 2002), 2/621; Muhammed Tâhir İbn Aşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr (Tûnus: ed-Dâru’t-Tûnisiyye, 1984), 17/248-249.

[55] Süyûtî, el-İtḳān, 1/43.

[56] Emin Işık, “Bakara Sûresi”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1991), 4/526; Bakara Sûresinin Medîne döneminde ilk inen sûre olması yönüyle farklı yaklaşımlar için bk. Gözeler, Kur’an Âyetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal Bir Yaklaşım, 109-153.

[57] el-Hac 22/26.

[58] el-Bakara 2/144. Ayrıca bk. el-Bakara 2/148-150.

[59] Ahmet Güç, “Kıble”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2002), 25/365.

[60] Muhammed b. Ali eş-Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr (b.y.: Dâru İbn Kesîr, 1414), 1/176.

[61] Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmail el-Buhârî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, nşr. Mustafa Dîb el-Buğa (Beyrût: Dâru İbn Kesîr, el-Yemâme, 1987), “Salât”, 31; el-Kurtubî, el-Câmi‘, 2/148,158.

[62] el-Bakara 2/144.

[63] el-Bakara 2/158.

[64] Bakara Sûresindeki âyetlerin indiği dönemler hakkında bilgi için bk. Mehdi Bâzergan, Kur’an’ın Nüzûl Süreci, çev. Yasin Demirkıran – Melâ Muhammed Feyzullah (Ankara: Fecr Yayınevi, 1998), 129-135.

[65] Safâ mevkisinin müzekker, Merve’nin ise müennes olarak zikredilmesi buradaki putların cinsiyetleriyle alakalı bir yaklaşımdır. bk. Ebû Abdillah Muhammed b. İshâk el-Fâkihî, Aḫbâru Mekke, thk. Abdulmelik Abdullah Dehîş (b.y.: Dâru’l-Hadr, 1414), 2/229.

[66] Ebü’l-Hasen Alî b. Ahmed en-Nîsâbûrî el-Vâhidî, Esbâbu nüzûli’l-Kur’ân (b.y.: Dâru’l-İslâh, 1992), 46; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/208; Kurtubî, el-Câmi‘, 2/179; Fâkihî, Aḫbâru Mekke, 2/229.

[67] İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 1/125; Hişâm b. Muhammed el-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, thk. Ahmet Zeki Paşa (Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 2000), 13; Vâhidî, Esbâbu nüzûli’l-Kur’ân, 45; Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 2/48; Ahmet Önkal, “Hazrec”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 17/143.

[68] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 6/270; bk. Gözeler, Kur’an Âyetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal Bir Yaklaşım, 109-153.

[69] el-Hac 22/27.

[70] el-Bakara 2/196.

[71] Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr (Beyrût: Dâru’l-Fikr, 1998), 1/115.

[72] Ebû Abdillâh Fahreddîn er-Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr (Mefâtîḥu’l-ġayb) (Beyrût: Dâru-İhyâ’i-Turasi’l-‘Arabî, 1420), 5/297.

[73] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 2/197.

[74] Ebû Muhammed Abdulmelik İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye (b.y.: Turasu’l-İslâm, ts.), 2/316-318.

[75] Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/238.

[76] Cerrahoğlu, “Kur’ân-ı Kerîm’de Hac”, 363.

[77] Muhammed Reşit Rıza, Tefsîrü’l-menâr (b.y.: el-Heyetü’l-Mısriyyetü’l-Âmme, 1990), 2/175-176.

[78] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 6/341.

[79] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 6/340-341.

[80] Ebü’l-Kāsım Hüseyin b. Muhammed Râğıb el-İsfahânî, el-Müfredât fî ġarîbi’l-Ḳurʾân, thk. Safvan Adnan ed-Dâvî (Beyrût: Dâru’l-Kalem, 1412), 239.

[81] İsfahânî, el-Müfredât, 839.

[82] Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, 1/115.

[83] Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Medâriku’t-tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl (Beyrût: Dâru’l-Kelim et-(:::), 1998), 1/168; Heyet, Kur’an Yolu, 1/308.

[84] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, 2/319.

[85] İsfahânî, el-Müfredât, 627.

[86] Buhârî, “Muhsar”, 5-8, “Merdâ”, 16, “Keffârât”, 1; Ebü’l-Huseyn Müslim b. el-Haccâc el-Kuşeyrî en-Neysâbûrî, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ, nşr. Muhammed Fuâd Abdulbâkī (Beyrût: Dâru İhyâi’t-Turâsi’l-‘Arabî, ts.), “Hac”, 80-86.

[87] Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, 1/106.

[88] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 2/194.

[89] Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîhu’t-Taberî (Beyrût: Dâru’t-Turas, 1387), 2/620.

[90] el-Fetih 48/25-27.

[91] en-Nisâ 4/98.

[92] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 8/610.

[93] Heyet, Kur’an Yolu, 5/78.

[94] Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/345-346; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 26/197-198.

[95] el-Fetih 48/27; “Allah, Resûlüne gerçeğe uygun rüyasında doğruyu bildirmiştir. Allah izin verirse hiçbir şeyden korkmaksızın, (umrenizi yaptıktan sonra) ya saçlarınızı kazıtarak veya kısmen kestirerek, güven duygusu içinde Mescid-i Harâm’a muhakkak gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilmektedir ve bundan başka hemen gerçekleşecek bir fethi de takdir buyurmuştur.”

[96] Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/345-346; Kurtubî, el-Câmi‘, 16/290.

[97] Ebû Mansur Muhammed b. Mahmud el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü ehli’s-sünne, thk. Mecdi Baslum (Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2005), 9/314; Muhammed Hamidullah, İslâm Peygamberi, çev. Salih Tuğ (Ankara: 2003), 1/257.

[98] Hamidullah, İslâm Peygamberi, 1/257.

[99] el-Fetih 48/27.

[100] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 26/200.

[101] Bâzergan, Kur’an’ın Nüzûl Süreci, 134, 137.

[102] Muhammed Hamidullah, “Hudeybiye Antlaşması”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1998), 18/297.

[103] Geniş bilgi için bk. Ali (:::)ınar, “Cahiliye Dönemi Haccından İbrâhimî Hacca Dönüş”, Bütün Yönleriyle Hac, ed. Murat Sülün (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015), 63-88.

[104] Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/245; er-Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, 5/322.

[105] el-Bakara 2/198.

[106] İmaduddîn Ebü’l Fidâ İbn Kesîr ed-Dımeşkî, Tefsiru’l-Kur’ân’il-‘azîm, thk. Muhammed Hüseyin Şemseddin (Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1419), 1/409.

[107] “Arafât” vakfesi haccın rükünlerinden olup, Zilhicce’nin dokuzuncu gününde yapılır. bk. Ahmed b. Abdulhalîm İbn Teymiyye el-Harrânî, Menâsiku’l-Hacc, thk. Enes b. Adil el-Yetâmâ (Kuveyt: Dâru Rekâiz li’n-Neşr ve’t-Tevzî’, 2018), 103.

[108] el-Bakara 2/199.

[109] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 6/358; bk. Dursun Ali Şeker, “Müzdelife”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2006) 32/239.

[110] İbnü’l-Cevzî, Zâdü’l-mesîr, 1/167.

[111] el-Hadîd 57/20; et-Tekâsür 102/1.

[112] el-Bakara 2/200-202.

[113] el-Enfâl 8/35.

[114] Mustafa Sabri Küçükaşçı – Nebi Bozkurt, “Mescid-i Harâm”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Ankara: TDV Yayınları, 2004), 29/273.

[115] el-Bakara 2/191.

[116] el-Bakara 2/217; el-Hac 22/25; el-Fetih 48/25.

[117] el-Enfâl 8/34-35.

[118] Heyet, Kur’an Yolu, 2/658-659.

[119] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 11/147-148.

[120] el-Enfâl 8/35.

[121] el-Fetih 48/25.

[122] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 4/13.

[123] el-Bakara 2/191.

[124] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 4/14.

[125] Buhârî, “Hac”, 67, “Salât”, 10, “Cizye”, 16, “Meğâzî”, 66.

[126] Âl-i İmrân 3/96-97.

[127] İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Kur’ân’il-‘azîm, 2/70.

[128] Kurtubî, el-Câmi’, 4/139.

[129] Muhammed Esed, Kur’an Mesajı, çev. Cahit Koytak – Ahmet Ertürk (İstanbul: İşaret Yayınları, 1999), 1/108.

[130] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 5/606.

[131] Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, 8/303.

[132] el-Fîl 105/1-5.

[133] Heyet, Kur’an Yolu, 1/639.

[134] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 5/609-612; Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, 1/411.

[135] Râzî, et-Tefsîrü’l-kebîr, 8/305.

[136] Buhârî, “Hac”, 1.

[137] Müslim, “Hac”, 412.

[138] el-Mâide 5/101.

[139] Âl-i İmrân Sûresi 97. âyet-i kerîmesinde meâlen şöyle buyurulmaktadır: “Orada apaçık deliller, İbrâhim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Gitmeye gücü yetenin o evi ziyaret etmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse bilmelidir ki, Allah âlemlerden müstağnidir.”

[140] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 5/621; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/391.

[141] el-Hac 22/27.

[142] el-Bakara 2/196.

[143] Âl-i İmrân 3/97.

[144] Tirmizî, Sünen, “Hac”, 6.

[145] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 4/16; İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 4/21.

[146] Kurtubî, el-Câmi’, 4/144.

[147] Seyyid Kutub, Fî Ẓilâli’l-Ḳurʾân, çev. M. Emin Saraç vd. (İstanbul: Madve Yayınları, ts.), 2/369.

[148] Müslim, “Hac”, 147.

[149] Reşit Rıza, Tefsîrü’l-menâr, 2/177; bk. Abdulkerim Özaydın, “Hac”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1996), 14/389.

[150] Buhârî, “Umre”, 3; Tirmizî, “Hac”, 92.

[151] İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, 2/543.

[152] Rıfat Oral, Peygamberimizle 27 Gün (Veda Haccı) (Ankara: DİB Yayınları, 2011), 21-22.

[153] Hacc-ı ekber günü ve etrafındaki ihtilafları konu edinen kapsamlı bir çalışma için bk. İbrahim Saylan, “Hacc-ı Ekber Günü Hakkında Şârihlerin Yaklaşımları” İhya Uluslararası İslam Araştırmaları Dergisi 8/2 (Temmuz/2022), 567-601.

[154] Vedâ Haccı için bk. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı (Ankara: DİB Yayınları, 2004), 385-389; Oral, Peygamberimizle 27 Gün, 62-175.

[155] İbn Âşûr, et-Tahrîr ve’t-tenvîr, 2/231.

[156] Âyetin hicrî 10. yılda indiğine dair görüşler de mevcuttur. Bk. Bâzergan, Kur’an’ın Nüzûl Süreci, 135.

[157] “Hac bilinen aylardadır.” ifadesi, haccın hazırlıklarıyla, yolculuğuyla ve bütün ibadetleriyle birkaç ayı bulabileceği şeklinde anlaşılmalıdır. Farklı aylarda hac yapılabileceği şeklinde düşünülmemelidir. Bk. Murat Sülün, “Kur’ân’da Haccın Kavramsal Çerçevesi”, Bütün Yönleriyle Hac, ed. Murat Sülün (İstanbul: Ensar Neşriyat, 2015), 264.

[158] el-Bakara 2/197.

[159] Bk. el-Bakara 2/197.

[160] Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 3/494; Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/244.

[161] Muhammed İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab (Beyrût: Dâr Sâdr, 1414 ), 2/153-154; İbn Teymiyye, Menâsiku’l-Hacc, 36.

[162] Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî el-Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, thk. Muhammed Sadık Kamhâvî (Beyrût: Dâru İhyai’t-Turâsi’l-‘Arabî, 1403), 1/383; Kurtubî, el-Câmi‘, 2/315.

[163] Ebû Bekir Muhammed b. Abdillah İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân (Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2003), 1/188.

[164] el-Bakara 2/187.

[165] Ebû Câfer Ahmed b. Muhammed et-Tahâvî, Ahkâmü’l-Kur’âni’l-Kerîm, thk. Sadettin Ünal (İstanbul: TDV Yayınları, 1998, 2/31.

[166] Bk. Beyzâvî, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, 1/126.

[167] İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, 1/128-133.

[168] Buhârî, “Hac”, 4; Müslim, “Hac”, 438.

[169] İsfahânî, el-Müfredât, 636.

[170] Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/243; İbn Teymiyye, Menâsiku’l-Hacc, 36-37.

[171] Saîd b. Ali el-Kahtânî, Menâsiku’l-Hac ve’l-Umre (el-Kasb: Merkezu’d-Da’va ve’l-İrşâd, 2010), 12.

[172] İbnü’l-Arabî, Ahkâmü’l-Kur’ân, 1/189-190.

[173] Cessâs, Ahkâmü’l-Kur’ân, 1/384.

[174] el-Kehf 18/50; en-Nûr 24/4.

[175] et-Tevbe 9/67.

[176] el-Mâide 5/35.

[177] Nûr 24/4.

[178] İsmâil b. Hammâd el-Fârâbî el-Cevherî, es-Sıhâh, thk. Ahmed Abdulgafûr Attâr (Beyrût: Dâru’l-İlm, 1987), 4/1653.

[179] Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/243.

[180] Tahâvî, Ahkâmü’l-Kur’âni’l-Kerîm, 2/35.

[181] Muhammed Şerif el-Cürcânî, Kitâbü’t-Ta‘rîfât (Beyrût: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1983), 65.

[182] el-Mâide 5/1, 95-96.

[183] Heyet, Kur’an Yolu, 2/199.

[184] el-Mâide 5/1.

[185] Heyet, Kur’an Yolu, 2/202.

[186] Zemahşerî, el-Keşşâf, 1/601.

[187] Kummî, Tefsîrü’l-Kummî, 1/226.

[188] Zemahşerî, el-Keşşâf, 3/153.

[189] el-Mâide 5/3.

[190] Bk. el-Mâide 5/95-96.

[191] İbn Teymiyye, Menâsiku’l-Hacc, 60.

[192] el-Mâide 5/2.

[193] el-Mâide 5/95.

[194] Derveze, et-Tefsîrü’l-ḥadîs̱, 9/230.

[195] Esed, Kur’an Mesajı, 1/183; Heyet, Kur’an Yolu, 2/217.

[196] Nesefî, Medâriku’t-tenzîl, 1/474.

[197] Sâbûnî, Safvetü’t-tefâsîr, 1/337.

[198] Zuhaylî, et-Tefsîrü’l-münîr, 5/58-59.

[199] İsfahânî, el-Müfredât, 456; Kahtânî, Menâsiku’l-Hac ve’l-‘Umre, 44-45.

[200] M. Sait Özervarlı, “Şiâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2010), 39/123.

[201] el-Bakara 2/158; el-Mâide 5/2; el-Hac 22/32, 36.

[202] Hac ibadetindeki sembolik anlamlar için bk. Enver Polatoğlu, “Haccın Hikmet Boyutu ve Sembolik Yapısı”, İslami İlimler Araştırmaları Dergisi 12 (Aralık 2022), 120-146.

[203] Kurbanlık olduğunun bilinmesi için boynuna gerdanlık takılan hayvanlara kılade denilmiş olup, çoğulu kalâid (قلائد) şeklindedir.

[204] el-Mâide 5/2.

[205] Sülün, “Haccın Kavramsal Çerçevesi”, 279.

[206] Mevdûdî, Tefhîmü’l-Kur’ân, 1/449.

[207] Ebüssuûd, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm, 3/4.

[208] Bk. el-Mâide 5/2.

[209] Esed, Kur’an Mesajı, 1/183.

[210] Süyûtî’ye göre Tevbe Sûresinin son inen sûre olduğu hakkında bk. Süyûtî, el-İtḳān, 1/41.

[211] et-Tevbe 9/28.

[212] Sülün, “Haccın Kavramsal Çerçevesi”, 277.

[213] Heyet, Kur’an Yolu, 2/749.

KAYNAK

DiYANET AYLIK DERGiSi

DR. ENVER POLATOĞLU

DİB. DİYARBAKIR/BİSMİL İLÇE MÜFTÜSÜ