19.Yüzyıl’da Osmanlı Devleti’nde Yenilik Hareketleri

19.yyda Osmanlı Düşünce Akımları


18.yy’da başlayan reform hareketleri, Lale Devri ile birlikte Batı tesirlerinin iyiden iyiye hissedildigi bir dönemdir. Özellikle yeni getirilen düzenlemelerde Batı özellikleri göz önünde bulundurulmuş ve bu yönde de büyük çabalar gösterilmiştir.

19.yy’da yeni düzen hareketlerine yenileri eklenerek devam edilmiştir. Tarihsel süreçte Batı’nın etkisi ise halen devam ediyordu. Bu de işim sürecinde Osmanlı tamamen yok olmak istemiyor; bu nedenle de Batılılaşmayı seçiyordu. Ancak güçlü ordusuyla savaş amacıyla Batı’ya yönelmiyordu. Bu yönelişte zor durumdan, da ılmaktan, çökmekten kurtulmak, Batı’nın kan dolaşımı içerisinde yer almak amacı vardı.

Bundan dolayı 19.yy’da Osmanlı Devleti’nde içte ve dışta çeşitli düşünce akımları egemen olmuştur. Düşünce akımlarının etkilerini, olumlu – olumsuz yanlarını, bu akımları benimseyen temsilcilerin temel dayanak noktalarını ele alabilmek beraberinde siyasal ve sosyal mekanizmaya bakmayı da gerektirmektedir.

Osmanlı ımparatorlu u tarihsel süreç içerisinde 19.yy’da Batı etkisinde kalmıştır. Bu süreçte Batı’nın fikirlerini, bilimini, bilimselli ini benimseyen, ça a ayak uydurmak gerekti ini ifade eden kişiler ve bu kişilerin oluşturdukları gruplar ortaya çıkmıştır.

Bu gruplar Batı düşüncelerinden teorik düzeyde etkilenme yoluna gitmiş; ancak bu düşüncelerin aktarımında farklılıklar yaşanmıştır.

Batı düşüncesinin Osmanlı ımparatorlu u’na girişini şerif Mardin başlangıç olarak Batı’da Aydın despotizmi adı verilen siyasal görüşün kuramını oluşturan kameralizm düşüncesinde görmekteydi.

Bu düşünceyle Osmanlı ımparatorlu u’nun ilk karşılaşması 1795’te Batı’yı ziyaret eden diplomatlar vasıtasıyla olmuştur.

Kameralizmle Osmanlı devlet düzeni arasında şöyle bir ilişki kurulmuştur. Kameralizm düşüncesinde güçlü bir devlet, güçlü ve problemsiz bir orta sınıf söz konusuydu. Batı’ya gidip bu fikre tanık olan diplomatlar Osmanlı ımparatorlu u’nun gerilemesinin sebebini açıklamışlardır: Osmanlı devleti toplumun dizginlerini elinde tutamamıştır. Çünkü Kameralizm’e göre devletin hem koruyucu hem kolaylaştırıcı hem de güçlendirici özelliklerini içinde barındırması gerekir. Bunu yapamayan Osmanlı ımparatorlu u’nun toplumla olan ba ı kopmuştur.

ışte bu noktada, yani Osmanlı devletinin sorunlu toplumunda yeniden denetimi sa laması (içerik de iştirerek), problemleri çözmesi Tanzimat kavramını ortaya çıkarmıştı. Tanzimat’ı ise di er reform hareketleri takip etmiştir.

Batı düşüncesinden etkilenen Osmanlı ımparatorlu undaki pratik yaşam alanında ise Yeni Osmanlı hareketi başlamıştır. Yeni Osmanlı hareketinde yer alan şinasi Batı düşüncesinin gelişmesinde ve yayılmasında gayri şahsi ilişkilerin gelişmiş olmasını görüyordu. Yani Batı’da fikirlerin ortaya atılması, yazılması, aydınlar arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir. Bu ilişkilerin güçlü olmasının sonucu Batı’da kitle iletişimde bir hareketlenme yaşanmıştı. Böylece geleneksel özelliklerden sıyrılma kendini hissettirmiştir. Artık farklı kültürler gelişmeye başlamıştır.

Osmanlı ımparatorlu u’nda şinasi bunu görerek bu yolda yani kitle iletişim yolunda Tasvir-i Efkar gazetesini çıkarmıştır .

Batı ve Osmanlı’yı bu anlamda ele aldı ımızda, 19.yy’da Batı’da gelişen, de işen siyasal, sosyal, kültürel olaylar Osmanlıyı da etkilemiştir. Bu etkilenme sürecinde Batı’yı benimseyen gruplar ya da temsilciler Osmanlı’da de işim sürecinin içerisinde yer almışlardır.

1865’de, ıslam felsefesini temel alan, ıslahatı eleştiren, Tanzimat’ı taklitçilikle suçlayan Yeni Osmanlılar Hareketi ortaya çıkmıştır .
Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi beylerin bulundu u aydın grup Osmanlı’da parlementer sistemin gelmesini istiyor ve bunu Tanzimat’ın do al sonucu olarak görüyordu .

Bu hareket Batı’yı arama hareketiydi. Her ne kadar hepsi o zaman yetişme sistemi içinde kafaları sarıklı; ama bu sarı ın altında dünyanın gidişini kavrabilmiş görüş imkânına sahip, inkılapçı, ilerici, hakiki kurtuluşun kültüre, Batı medeniyetini idrake ve devrini tamamlamış kurumlardan kurtulmaya dayandı ını bilen insanlardı .

Yeni Osmanlılar hareketinde Batıcılı ı itici görmeyen şinasi, parlementer yönetimden yana olan Namık Kemal, parlementer yönetimi kabul etmeyen Ali Suavi üç ayrı fikir oluşturdular.

Bu üç ayrı fikir terakki kavramında birleşmiştir. Özellikle Ali Suavi parlementer demokrasi yerine do rudan demokrasiyi benimseyerek modernleşme sürecinde yerini almıştır .

1839’dan beri yaşanan de işme çabaları sürecinde Yeni Osmanlılar dönemi sonrası II. Abdülhamit döneminde ıslamcılık hareketi şekillenmeye başlamıştır. ıslamcılıkla anlatılmak istenen şeriatın gereklerini Osmanlı imparatorlu una tekrar kazandırmaktı.

II. Abdülhamit dönemi çerçevesinde bakıldı ında �ıslamcılık� düşüncesi hareket kazanmıştır. Ayrıca parlemento da ıtılmış (13 şubat 1878) ve Panislamizm politikası geliştirilmiştir .

Panizlamizm ile anlatılmak istenen ise tüm Müslümanları ,ıslam çatısı altında toplamaktır.

Yine II. Abdülhamit döneminde Milliyetçilik akımı ön plana çıkıyordu. 19.yy’da Batı Avrupa’da her millet kendi devletine sahip çıkmalıdır ilkesiyle kendini gösteriyordu. Bu tarihsel durumu Osmanlıyla karşılaştırdı ımızda farklı kimlikleri içerisinde barındıran bir imparatorluk söz konusuydu. Bu esnada Namık Kemal Milliyetçilik akımı yerine Osmanlılık akımını ortaya koymuştur. Ancak bu akım da günün koşulları gere i suni kalmış ve etkili olmamıştır.

II. Abdülhamit döneminde Osmanlı’da çeşitli akımlarla toplumda birlik kurma çabaları etkili olamamıştır. Birlik kurma ya da kimlik oluşturma çabalarında gazeteler etkili olmuştur. Özellikle Türklerin birleşmesi fikri çeşitli sloganlarla dile getiriliyordu. Bu konuda Gaspıralı ısmail Bey ön plana çıkıyordu.

1890 sonrası ıttihat ve Terakki Cemiyeti ile birlikte Osmanlı devletini kurtarma düşüncesi hâkim olmuştur. Ancak ıttihat ve Terakki fikrine eleştirilerde bulunulmuştur. Eleştiri noktaları ise kişilerin yeteneklerini göstermesi, başka bir ifade ile hürriyet kavramı gündeme getirilerek önem kazandırılması etrafında şekillenmiştir .

Sonuçta Osmanlı Devletinde modernleşme çabaları Batı’nın etkisiyle veya politikasıyla çeşitli akımlar çerçevesinde yaşanmıştır. Bu akımlar etrafında Batı modeli ya da Osmanlı’nın yaşadı ı de işim ya kabul edilmiş ya kabul edilmemiş ya da oportünist davranışlar söz konusu olmuştur. Bu durum ise ortaya çıkan akımlarla birlikte oluşan gruplar ve temsilcileri düşün alanından kültürel boyutlu de işimlere zemin hazırlamıştır.

Batı’nın Osmanlı üzerindeki politikası ise 18.yy’la birlikte de işmiştir. Artık Osmanlı Devleti eski gücünü yitirmeye başlamış, do udan gelen bir tehlike olmaktan çıkarak yerini Rusya’ya bırakmıştır.

Ancak bu yeni durumda Batı do udan gelebilecek tehlikeye (Rusya’ya) karşı Osmanlı’yı tampon devlet olarak görerek Osmanlı’ya yeni bir rol verilmiştir.

Batı’nın bir di er politikası, Osmanlı bütünlü ünü korumak aynı zamanda asıl amaç olan Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyanların durumunu düzeltmektir. Bu anlamda 19.yy’da Osmanlı’da bir çok misyoner propaganda yapıyordu.

Sonuçta 19.yy’ın siyasal, tarihsel, toplumsal koşullarına dayalı olarak Osmanlı Batı’dan etkilenmiş, bununla birlikte Batı da Osmanlıyı modernleşme sürecinde kendi çıkarlarını da göz önünde bulundurarak yönlendirmiştir.



Modernleşme toplumsal de işme sürecinde karşımıza bir model olarak çıkmaktadır. Bu model bir de işim sürecini ifade eder. Bu süreçte ikili yapılanma arasında modern olma sınırı çizilmektedir.

şöyle ki; tarımsal üretimden endüstriyel üretime, kapalı köy ekonomisinden dışa dönük kent Pazar ekonomisine, insan hayvan enerjisinden (kas gücünden) makine gücüne geçişi ifade edebilir . Bu ikili yapılanmayı siyasal, sosyal ve ekonomik temelde çeşitlendirebiliriz.

Osmanlı ımparatorlu u da böyle bir ikili yapılanma içerisinde iptidai yapıdan modern, Batı’lı tarzdaki yapılanmaya geçmek için reform hareketlerine girişti.

Osmanlı reform hareketleri ba lamında 18.yy’dan itibaren gözlerini Batı’ya çevirdi. Fakat bu sefer istilacı ve fetihci olarak de il ö renci olarak. Bu bir de işme idi. Bu de işmede Batı etkin oldu. Osmanlı için ise ya yeni bir yaşayış yoluna gidilecek ya da büsbütün çökülecekti i
Osmanlı ise bu zor durumdan kurtulmak için çeşitli reform hareketlerine girişti. Çünkü imparatorlu un içine düştü ü zor durumun bir çok nedeni vardı. Bu nedenle reform ihtiyacı duyulan alan da çoktu (askerî, ekonomik, toplumsal, entelektüel, hukuksal ve siyasal alanlar).

Reformların genel konsepti askerî alanda yeni teknik ve metotlar etrafında güçlü bir ordu ve donanma oluşturmak; bunu destekleyen ya da alt yapı olarak görülen e itime a ırlık vermek; di er yabancı (düşman) ülkeler karşısında da ılma tehlikesinden ya da baskıdan kurtulmak için di er alanda yapılacak yeni düzenlemelerde kaynak teşkil edecek olan güçlü bir ekonomiye sahip olmak ve yapılan ya da bundan sonra yapılacak olan yeni düzenlemeleri de koordineli ve disiplinli bir şekilde yönetecek istikrarlı idarî mekanizmayı oluşturmaktır. Böylece, ifade etti imiz ana TrForumuz.Bizçerçevede, yönü Batı’ya çevirerek idarî, siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel ve entelektüel anlamda, Batı tarzı temelli yenilenme ya da ça daşlaşma çalışmalarını sürdürmek maksatı ortaya çıkmaktadır.

Osmanlı Devleti adamları ise 1856’dan sonraki 20 yıl içerisinde bütün bu alanlarda reform denemelerine giriştiler. Reformları ilan etmeleri bazen taktik olarak Avrupa devletlerinden gelecek müdahaleleri savuşturmak amacıyla kullanılırken, bazen de aldatmayı hedefliyordu. Yalnız reform hareketlerinin arkasındaki temel dürtü, Avrupa’nın gözünü boyamak de ildir. Tersine, sayılan çeşitli alanlarda bazı Batı’lı fikir ve kurumların benimsenmesini ya da uyarlanmasını içeren iç reorganizasyon tedbirleriyle imparatorlu u yeniden canlandırmaktı . Böylece 18.yy’la birlikte ilk olarak askerlikle ilgili tekniklerin örnek alınması şeklinde başlayan ça daşlaşma hareketi di er alanlarla ve kurumlarla devam etmiştir.

19. yy Osmanlı Devletinde Islahat Hareketleri

ISLAHAT HAREKETLERİ NELERDİR? (19’UNCU YÜZYIL)

19’uncu yüzyılda Osmanlı Devleti yaşadığı problemlere karşı çözüm yolları aramaya başlamıştır. Devletin bekasını sağlamak için bazı yeniliklerin yapılması gerektiğine karar verilmiştir. Merkezi otoritenin güçlenmesi ve devletin dağılmaktan kurtulup eski gücüne kavuşması için padişah yetkilerine kısıtlamalar getirilmesi anlayışı ortaya çıkmıştır.

Osmanlı Devleti’nin 19’uncu yüzyılda yenilikler yapmak istemesinin sebepleri kısaca şu şekilde özetlenebilir:

1. Devlet otoritesini (merkezi otoriteyi) güçlendirmek,

2. Devletin toprak kayıplarına engel olmak,

3. Azınlıkların Osmanlı Devleti’nden ayrılmasını önlemek,

4. Devletin çağdaşlaşmasını sağlamak,

5. Her alandaki sorunlara çözüm bulmaktır.

Genel olarak 19’uncu yüzyıl ıslahat hareketleri ise:

1. II. Mahmut Dönemi Islahat Hareketleri

a. Sened-i İttifak (1808)

b. Yönetim, idare alanında yapılan ıslahatlar

c. Askeri alanda yapılan ıslahatlar

ç. Ekonomi Alanında yapılan ıslahatlar

d. Eğitim ve Kültür alanında yapılan ıslahatlar

2. Tanzimat Dönemi Islahat Hareketleri

a. Tanzimat Fermanı (03 Kasım 1839)

b. Islahat Fermanı (28 Şubat 1856)

3. Meşrutiyet Dönemi Islahat Hareketleri

a. I. Meşrutiyet ilanı (1876)

b. Kanuni Esasi

c. II. Meşrutiyetin ilanı (1908)

başlıkları altında incelenmektedir.

ıyi bir e itim görmüş olan III. Selim bu barış döneminden faydalanarak, devlet içinde, özellikle askerî alanda, ıslahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla, Nizâm-ı Cedit adı verilen ilk ıslahat hareketiyle, yeni bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Oca ı’nı kaldıramayaca ını bildi inden, öncelikle Nizâm-ı Cedid denilen bu orduyu batılı tarzda düzenleyip, başarısını kanıtlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Oca ı la vedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çıkan gelişmelerden endişe duyan Yeniçeriler, bazı devlet adamlarını da yanlarına çekerek yeniliklere karşı çıktılar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon Bonapart, bir orduyla Mısır’ı işgale başlamıştı (1798). Osmanlılar, Rusya, ıngiltere ve Sicilya’nın da menfaatlerine dokunan Fransız işgaline karşı harekete geçti. Ehramlar savaşıyla, Mısır’ı ele geçirip, kuzeye yönelen Bonapart, Akka’da Osmanlı savunmasını geçemedi (1799). Kuşatmayı kaldıran Napolyon geri dönerken, yerine bıraktı ı ordu komutanları da ma lûp edildiler. Neticede Fransızlar Mısır’ı terk etmek zorunda kaldı(1801). Fransa’yı barışa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de, Akdeniz’de Rus ve Türk donanmalarının iş birli i yapmaları, ıngiltere’nin Fransız savaş ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa’nın Akdeniz ve Orta Do u’daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onları barışa zorlamaktaydı.

1802’de imzalanan anlaşmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almış ve kapitülâsyon hakkını elde etmiştir. Bu olayı bahane ederek Akdeniz’e inen Rus donanması, Osmanlı donanmasıyla birlikte Fransa’nın elindeki bazı adaları ele geçirmiş idi. Fakat halk, ebedî düşman olarak gördü ü Rusya ile iş birli i yapılmasına büyük tepki göstermiş ve bunun sonunda III. Selim’e ve ıslahatlarına karşı cephe genişlemişti. Üstelik Napolyon’un, Orta Do u’da Araplara yönelik propagandasının da etkisiyle bölgede bazı isyanlar çıkmıştı. Böylece Bulgaristan ve Sırbistan’da çıkan isyanlara bir de Suriye’de ve Hicaz’da çıkan isyanlar eklenmiş oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak, 1803-1804’te Mekke ve Medine’yi ele geçirmişlerdi. Osmanlıların tekrar Fransa ile yakınlaşmaları, ıngiliz ve Rusları harekete geçirmiş ve sonunda Rusya Eflak ve Bo dan’ı işgal etmişti. Bu savaş sürerken Nizâm-ı Cedit’in Rumeli”ye de kaydırılmasından memnun olmayan isyancılar şehzade Mustafa’nın tahrik ve teşvikiyle birleşerek ıkinci Edirne Vak’ası denilen büyük bir ayaklanma başlatmışlardı (1806). Neticede ıstanbul’da patlak veren Kabakçı Mustafa ısyanı III. Selim’in sonunu hazırladı. Saraya giren isyancılar III. Selim’i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa’yı tahta geçirdiler (29 Mayıs 1807). Nizâm-ı Cedid la vedildi. Fakat III.Selim’e ba lı olan Ruscuk bayraktarı Mustafa, yenilik taraftarlarıyla birleşerek, karşı darbede bulundu. Amacı III. Selim’i yeniden tahta çıkarmaktı. IV. Mustafa’nın, sabık padişahı öldürttü ünün ö renilmesi üzerine, kardeşi II.Mahmut başa geçirildi (28 Temmuz 1808).

Alemdar Mustafa Paşa sadareti üslenerek, III. Selim’in başlattı ı ıslahatları devam ettirmeye çalıştı. Nizâm-ı Cedit’i, Sekbân-ı Cedit adı ile yeniden canlandırdı. Ancak ulemayı ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Paşa, 1809’da çıkan bir isyanda öldü.

II.Mahmut ve Islahat Hareketleri;

II. Mahmut devri (1808-1839), hem gerçekleştirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlarıyla Osmanlı Devleti’nin yol ayrımına girdi i bir dönemi ifade eder. II.Mahmut, öncelikle orduyu baştan aşa ı düzenlemek ile işe başladı. Yeniliklere karşı çıkan Yeniçeri Oca ı bir nizamname ile ortadan kaldırıldı. Vak’a-yı Hayriye olarak adlandırılan bu köklü de işiklikle (15-16 Haziran 1826), yeni bir ordu oluşturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun e meyerek isyan ettiler. Sadrazam’ın sarayını basan yeniçeriler sadrazamın ve ıslahatçıların başlarını istediler. Ancak At Meydanı’nda toplanan yeniçeriler da ıtıldı, ocakları bombalandı. Böylece Avrupa tarzında yeni bir ordunun kurulması yönündeki en büyük engel ortadan kaldırılmış oluyordu. II. Mahmut hükûmet teşkilâtında da de işikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlık) usulünü benimsedi. 1836 yılında Dahiliye ve Hariciye Nazırlıkları kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlaşmalar yapıldı. ıktisadî ve adlî sistemde de işikliklere gidildi. Avrupa tarzında e itim veren rüştiyeler, Harbiye ve Tıbbiye okullarının açılması vb. gibi e itim alanında da ıslahatlar gerçekleştirildi.

Fakat, kimi şeklî, kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulundu u zorlukları aşmasına yetmedi i gibi, Osmanlı co rafyasındaki parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.

Sırp ve Yunan ısyanları; Fransız ıhtilâli’nin getirdi i milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak, daha ziyade arkasında Rusya ve di er Avrupa devletlerinin teşvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim zamanında isyan eden Sırplar, 1812 Bükreş Antlaşması ile bazı imtiyazlar almalarına ra men, yeniden ayaklandılar. Yeniçeri Oca ının kaldırıldı ı tarihlerde Sırplarla kısmî bir anlaşmaya varıldı. Ancak 1830’da bir hatt-ı şerif ile Sırbistan’ın Osmanlı hâkimiyetinde bir prenslik olarak varlı ı kabul edildi. Rusya’nın XIX. yüzyıla girerken Osmanlıya karşı sürdürdü ü savaşların altında Balkanları ve özellikle Rumları Osmanlı Devleti’nden koparmak yatıyordu. Nitekim Odessa’da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adlı cemiyetin başkanlı ına Yunan ısyanı sırasında Çar I.Alexsandre’ın yaveri Prens ıpsilanti getirilmişti. Yapılan plana göre Yunanistan, Yanya ve Tuna civarında isyanlar çıkarılacaktı. ıpsilanti 1821’de Romanya’ya geçerek Ortodoksları ayaklandırmaya çalıştı fakat başarılı olamadı. Çar, Türklere yenilerek Macaristan’a kaçacak olan ıpsilanti’yi desteklemekten vazgeçti. Bu sırada Mora’da da Patras başpiskoposu isyan etmişti (25 Mart 1821). 1822’de Yunanlılar ba ımsız olduklarını ilân ettiler, Mora’da ve adalarda çok sayıda Türk’ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyanı gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.

Girit ve Mora valili inin kendisine verilmesini II.Mahmut’a kabul ettiren Mehmet Ali Paşa bu isyanı bastırmakla görevlendirildi. 1822’de Girit’e, 1824-25’te Mora’ya girildi. Bu gelişme karşısında Rusya, Fransa ve ıngiltere aralarında anlaşarak (1827), Yunanistan’ın özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlıları sıkıştırmak istediler. Türkler bu olayı iç işlerine müdahale olarak kabul edip, teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanlı ve Mısır donanması Navarin’de, bir kaza sonucu(!), yok edildi. Üç ülkeyle ilişkiler kesildi ve 1828’de Rusya, müttefiklerinin deste iyle Osmanlı Devleti’ne savaş ilân etti. Rus ordusu do uda Erzurum’u ele geçirdi. Batıda ise Edirne işgal edildi. Padişah, Prusya, Fransa ve ıngiltere elçilerini araya sokarak, Londra Protokolünü kabul edece ini bildirdi. Böylece Edirne Antlaşması(1829) ve ardından Londra Konferansı (1830) imzalandı. Antlaşma ile Prut iki ülke arasında sınır oluyor, Eflâk, Bo dan ile Sırbistan’ın özerkli i kabul ediliyordu. Girit’in Osmanlılarda kalması şartıyla Yunanistan’ın ba ımsızlı ı da tasdik ediliyordu.

Mehmet Ali Paşa ısyanı ve Mısır Meselesi; Mora’nın elden çıkmasıyla, o lu ıbrahim’in Mora valisi olma ümidini kaybeden Mısır Valisi M.Ali Paşa, II.Mahmut’tan, yardımlarına karşılık, Suriye’nin idaresini istedi. Bu iste in reddedilmesi üzerine M.Ali Paşa harekete geçti ve Filistin ile Suriye’ye girdi (1831). Akka ve şam, o lu ıbrahim tarafından ele geçirildi. ıbrahim Paşa, kısa zamanda Anadolu’ya kadar ilerledi.

Konya yakınlarındaki savaşta Osmanlı ordusunu yenilgiye u rattı. Her birinin ayrı hesabı oldu u büyük devletler, telâşlanarak araya girmek istediler. Fransa ve ıngiltere’nin anlaşamaması üzerine, Rusya durumdan faydalandı. Zor durumdaki II.Mahmut, Rus ordusunun ve donanmasının ıstanbul yakınlarına gelmesine müsaade etti. Rusya’nın kârlı çıkmasından endişelenen Fransa ve ıngiltere, II.Mahmut ile anlaşma yapması için M.Ali Paşa’ya baskı yaptılar. Neticede Kütahya Antlaşması imzalandı (1833). Bu anlaşmayla, Mehmet Ali Paşa, Mısır ve Girit’ten başka şam ve o lu ıbrahim de, Cidde valili i yanı sıra Adana’yı uhdelerine alacaklardı. Rusya, yardımlarına karşılık II.Mahmut ile Hünkar ıskelesiTrForumuz.BizAntlaşması diye bilinen bir anlaşma yaparak, ıstanbul’daki durumunu kuvvetlendirmeyi başardı (1833). Anlaşmaya göre Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlü ünün garantisi ve gere inde Osmanlının yardımına koşulması karşılı ında Rusya, Bo azların bütün yabancı savaş gemilerine kapatılmasını kabul ettiriyordu. II.Mahmut, Kütahya anlaşmasından memnun de ildi. Bu sebeple M.Ali Paşa’ya karşı yeniden harekete geçti. Fakat Osmanlı ordusu Nizip’te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Paşa, Osmanlı donanmasını Mısır’a teslim etmişti. Bu arada II. Mahmut ölmüş ve yerine I.Abdulmecit geçmişti (1839-1861). Mısır Meselesi’nin Çözümü ve Bo azlar Meselesi; Rusya’nın Hünkar ıskelesi Antlaşmasına dayanarak duruma tek başına müdahale etmesini uygun bulmayan ıngiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya’nın da katılmasıyla Londra’da bir konferans toplandı (1840).
Toplantıda Mehmet Ali Paşa’nın veraset yoluyla Mısır valili ine sahip olması karşılı ında, Suriye’den ve elinde tuttu u Osmanlı donanmasından vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarını M.Ali Paşa’nın tanımaması üzerine ıngiltere Suriye limanlarını donanması ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Paşa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayımlayarak onun valili ini onayladı. Ardından ıngiltere kendileri aleyhine olan Hünkar ıskelesi Antlaşması’nın yürürlükten kaldırılmasını öngören uluslararası bir konferansa ev sahipli i yaptı. Londra Antlaşması ile (Temmuz 1841), ıstanbul ve Çanakkale bo azları’nın barış zamanında savaş gemilerine kapalı tutulmasının kararlaştırıldı ı bir Bo azlar Sözleşmesi imzalandı. Böylece ıngiltere, Rusya’nın elinden inisiyatifi almış oluyordu.

Tanzimat Dönemi

Daha önceleri gerçekleştirilmeye çalışılan Islahat Hareketleri, Osmanlı Devleti’nin kendi iradesiyle uygulamaya çalıştı ı, içte ve dıştaki başarısızlıklarını önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya’nın mütemadiyen iç işlerine müdahale etmesi, Osmanlı Devleti’ni, kendi inisiyatifi dışında, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydı. Özellikle gayrimüslim unsurları bahane eden devletlerin müdahalelerine fırsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düşünülmekteydi. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa’nın hazırladı ı düzenlemeler, I.Abdülmecit tarafından tasdik edilmişti. 3 Kasım 1839’da I.Abdülmecit “Gülhane Hatt-ı Hümayunu”nu ilan ettirdi.

Bu fermanda, dini ve ırkı ne olursa olsun Osmanlı tebaasından olan herkesin eşit olması, herkesin yasalara göre yargılanması, varlı ı ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yılı geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti bu dönemde Avrupa tarzına öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu şekilde Avrupa devletlerinin en azından bazılarının, Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlü üne saygısının kazanılması hedeflenmekteydi. Fakat gelişen siyasî olaylar, bunun o kadar kolay olmayaca ını gösterecektir.

şark Meselesi ve Kırım Savaşı;

Tanzimat döneminde nispeten sa lanan barış ortamı, Rusya’nın müdahalesiyle tekrar bozulmaya başladı. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya, aynı zamanda “Kutsal yerler sorunu”nu ortaya atarak, do rudan do ruya Osmanlı Devletinin varlı ını hedef almaktaydı. Avrupalılar tarafından “şark Meselesi”, önceleri Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlü ünün sa lanması şeklinde düşünülürken, daha sonra bu toprakların paylaşımı sorunu hâline dönüştürüldü. Çünkü Osmanlı Devleti artık bir “hasta adam” idi. Ancak R.Mantran’ın da ifade etti i gibi, hasta, kendisini iyileştirmeyi amaçlamayan doktorların insafına kalmıştı. Onlar, Avrupa’nın hasta adamının mirasını paylaşma telâşındaydı.

Küçük Kaynarca antlaşması’ndan sonra Osmanlı topraklarındaki Ortodokslar’ın haklarını koruma rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli “kutsal yerler”in korunması ve idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransızlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin din adamlarına Kudüs Kilisesi üzerinde bazı haklar tanınmıştı.

1808’den itibaren Rusya’nın baskıları neticesinde onların yerini Ortodoks papazlar almaya başladı. Fransa’nın ve Rusya’nın 1850-51’de Bab-ı Ali’ye bu durum hakkında yaptıkları müracaatlar, kurulan komisyonlarda de erlendirildi ve bazı kararlar alındıysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola, ıngiltere’ye Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmayı teklif etti ve ıngilizlerin sessizli ini koruması üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan’a çıkarttı. Rus elçisi Mençikof’un aşırı tavizler içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, ıngilizlere yakın olan Mustafa Reşit Paşa’yı sadrazamlı a getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853’te, Prut’u geçerek, Eflâk ve Bo dan’ı istilâ ettiler. Osmanlı Devleti, Fransa ve ıngiltere ile ittifak anlaşması imzaladı. Bu ittifaka Avusturya ve ıtalyan birli ini kurmaya çalışan Piyemento hükûmeti de katıldı. ıttifak donanması Çanakkale’de mevzilenmişti. Durumdan endişelenen Rusya, askerlerini geri çekmeye başladı. Müttefikler, Rusya’nın Karadeniz’deki gücünü ortadan kaldırmak için, Kırım’a yöneldiler. Rusların en büyük üssü olan Sivastopol, bir yıl süren bir kuşatmanın ardından ele geçirildi (1855). Bu sırada tahta oturan II.Alexandre, barış yapmayı kabul etti. Müttefiklerin yanı sıra Prusya’nın da katıldı ı Paris Antlaşması ile (30 Mart 1856), taraflar işgal ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlıların toprak bütünlü ü ve Bo azların statüsü, Avrupa’nın “kefilli i” altında korunacaktı. Osmanlıların Avrupa Konseyi’ne dahil edilmesi karşılı ında ise, sultan yeni bir ıslahat fermanı irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz’in tarafsızlı ının kabulü, savaşın galibi durumundaki Osmanlılardın aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Bo dan’ın birleşmesi ve Sırbistan’a yönelik yeni haklar da Paris Antlaşmasıyla tescil edilmişti.

Islahat Fermanı

Henüz Kırım Savaşı sürerken, Viyana’da bir araya gelen ıngiltere, Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın yayımlamasını, barış için ön şart koşmuşlardı. Paris Antlaşması müzakere edilirken, müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat Fermanı ilân edildi (18 şubat 1856). Tanzimat’la kabul edilen hususların esas alındı ı bu fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasında eşitlik sa landı ı Avrupa’ya garanti edilmiş oluyordu. Ayrıca iç hukuk alanında ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü, dinî esaslardan arındırılıyordu. Aslında Tanzimat süreciyle başlayan bu de işiklikler, idari yapılanmada da kendisini hissettirmiştir. 1868’de şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmiştir. Islahat Fermanı ile getirilen düzenlemelerin uygulanması daha çok I.Abdülaziz’in tahta çıkması (1861-1876) ile gerçekleşebilmiştir.

Paris Antlaşmasına imza koyan devletler, anlaşma maddesinde de yer aldı ı için Islahat Fermanı’nı, Osmanlı Devleti’ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmışlardır. Nitekim Fransa, Dürzilerin Katolik Marunilere saldırmasını bahane ederek Lübnan’a asker çıkarmış ve 1871’e kadar orada kalmıştır. Karada ‘da çıkan bir anlaşmazlık yine büyük devletlerin aracılı ı ile halledilmiştir (1862). Güçlü devletler tarafından teşvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan toplulukları, çıkardıkları isyanlar bastırılsa dahi, Osmanlı Devleti’nden yeni haklar elde etmeyi başaracaklardır. Örne in Sırplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmiş, Eflâk ve Bo dan’ın Romanya adı altında birleşmeleri kabul edilmiştir. Muhtariyet hakları genişletilen Mısır’da, ıngiliz-Fransız nüfuz mücadelesi kızışmış, III. Napolyon’un teşebbüsü üzerine, Abdülaziz istemedi i hâlde Süveyş Kanalı projesini kabul etmek zorunda kalmış ve kanal 1869’da büyük bir törenle açılmıştır.

I.Meşrutiyet Dönemi

Avrupa devletleri ve özellikle Rusya’nın kışkırttı ı topluluklar, ba ımsızlıklarını ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866’da Girit ısyanı çıktı. Yunanistan’a ba lanmak amacıyla başlayan isyan bastırılmasına ra men, Avrupa devletleri araya girerek sultanın Girit’e yeni bir statü vermesini sa ladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla Bulgarlar ayaklandırıldı. Onlara da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar, Bosna ve Hersek’teki karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76).

Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç Osmanlılar, Abdülaziz’e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mişat Paşa’nın öncülü ündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz’i tahttan indirerek ye eni V.Murat’ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalı ı sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi’yi ilân edece ini beyan eden kardeşi II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.

Bu arada Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne baskı kurmasını kendi menfaatine aykırı gören ıngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için ıstanbul’da uluslar arası bir konferans toplanmasını sa lamıştı. ıstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken II.Abdülhamit Meşrutiyet’i ilân etti (23 Aralık 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan’da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarşi, ıstanbul Konferansı’nın toplanış sebebini tamamen ortadan kaldırmasına ra men, konferansa katılan devletler, Balkan topluluklarının ba ımsızlıklarını istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı Devleti’nin ça rılmadı ı Londra’da toplanan bir başka konferansta, büyük devletler isteklerini tekrarladılar. Rusya, Osmanlı Devleti’ne alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde “93 Harbi” diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan önemli sonuçlar do urmuştur.

Kanun-ı Esasi’nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah tarafından seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi’nden ibaretti. Londra Konferansı’ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarıların karara ba layarak ilk dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi’nin sürdü ü sıkıntılı zamanlarda meclisteki azınlık mebusları çalışmaları sekteye u rattı ı gibi, bunalımın artmasını da sa lıyorlardı. Nitekim Gazi Osman Paşa’nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay savundu u Plevne’yi aşan Ruslar, Yeşilköy’e kadar ilerlemişlerdi. Do u’da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı. Meclis savaşın gidişatından hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptı ı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-ı Esasi’nin kendisine verdi i yetkiyi kullanarak, etnik yapısının karışıklı ı sebebiyle çalışmaları aksayan meclisi kapattı (14 şubat 1878). Bu I.Meşrutiyet’in sonu demekti.

Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; ıstanbul önlerine kadar gelmiş olan Rusya ile Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878). Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı’ya ba lı Dobruca, Do u Makedonya ve Trakya’yı içine alan Büyük Bulgaristan Prensli i kuruluyor; Romanya, Sırbistan ve Karada  ba ımsızlıklarına kavuşuyordu. Ancak, Rusya’nın genişlemesinden rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma hükümleri yürürlü e giremedi.

ıngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile yaptı ı bir anlaşmayla Kıbrıs’a yerleşti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev sahipli i yaparak hem muhtemel bir savaşı önlemek hem de Almanya’nın menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti, ıngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, ıtalya ve Rusya’nın da katıldı ı Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878’de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma, artık Rusya’nın yanı sıra, di er devletlerin de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı’dan, kendi paylarını alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos antlaşmalarında öngörüldü ü gibi, Sırbistan, Karada  ve Romanya’nın ba ımsızlı ı onaylandı. Bulgaristan üç bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensli i haricinde müstakil bir Do u Rumeli eyaleti oluşturuldu. Girit’in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya, Osmanlı Devleti’nin elinde kaldı. Yunanistan Tesalya ve Epir’in bir bölümünü aldı. Bosna-Hersek, Avusturya tarafından işgal edildi. Rusya, Kars, Ardahan ve Batum’a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ni paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze kadar ulaşan siyasî ve etnik çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya’nın ve Rusya’nın Balkanlarda nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı’nın çıkmasına yol açacaktır.

Berlin Kongresi’nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı.

Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına dahil etti i Cezayir ile Tunus arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus’u işgal etti (1881). Fransa ile ıngiltere arasında çekişmeye sahne olan Mısır’da, Hidiv ısmail Paşa’ya karşı başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya çıkan durum ıstanbul’da görüşülürken, ıngilizler ıskenderiye’yi topa tuttu. Osmanlıların karşı çıkmalarına ra men ıngilizler Mısır’ı ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensli i, Do u Rumeli’de çıkan isyanı de erlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altına aldı. Osmanlı Devleti Rusya’nın baskısı sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki Do u Rumeli Valili i’nin Bulgar Prensli i’nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886). ıkinci Meşrutiyet’in ilânı sırasında ise Bulgarlar ba ımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve Arnavutların hak iddia etti i Makedonya’da çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı. Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya’da, ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasını sa ladılar (1893). Megalo ıdea adını verdi i Bizans’ı diriltme çabasındaki küçük Yunanistan, 1896’da çıkan isyanı bahane ederek Girit’i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlılar Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları büyük bir bozguna u rattılar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile ıstanbul’da toplanan bir konferans ile Girit’te valili ine Yunan kralının o lunun getirildi i özerk bir yönetim kurulması, adanın fiilen Yunanistan’a bırakılması anlamına geliyordu.

93 Harbi’nden sonra sun’i bir Ermeni Meselesi ortaya çıkarılmıştı. Osmanlı Devleti’ne ba lılıkları sebebiyle “millet-i sadıka” olarak adlandırılan Ermeniler, önceleri Do u Anadolu’yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardından ıngiltere tarafından kullanılmaya başladılar. Hınçak ve Taşnak tedhiş örgütlerini kurarak, ıstanbul ve taşrada terör yaratan bazı Ermeniler özellikle ıngilizler tarafından destekleniyorlardı. Do u’da hiçbir zaman ço unluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Do u’ya sızabilecekti. ıngiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafında kullandı ı Ermeniler 1889’dan itibaren tedhişe başladılar. Van, Erzurum ve Bitlis’te çıkan olaylar bastırıldı. Ardından başkentte Osmanlı Bankası’na kanlı bir baskın yaparak bankayı işgal ettiler. II.Abdülhamit’e yönelik bir suikast teşebbüsünde bulundular. I.Dünya Savaşı ve ıstiklal Harbi yıllarında da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmişlerdir.

II. Meşrutiyet Dönemi

I.Meşrutiyet’in kaldırılmasından sonra II.Abdülhamit içte ve dışta meydana gelen olumsuz gelişmelerin de etkisiyle, katı bir yönetim sergilemeye başlamıştı. Meşrutiyet taraftarları da buna karşılık muhalefetlerinin dozunu artırmışlardı. Osmanlılık fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Paşa 1881’de ölüm cezasına çarptırılmış, sonra affedilerek, Arabistan’a sürgüne gönderilmiş ve 1883’te öldürülmüştü.

Ali Suavi, Ziya Paşa ve Namık Kemal gibi kişiler de sultan tarafından bertaraf edilmişlerdi. Ancak devletin içinde bulundu u güç durum onların başlattı ı muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazırlamaktaydı. Balkanlardaki çalkantıların yanı sıra Osmanlı Devleti iktisadî açıdan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dışTrForumuz.Biz borçlarını kapatabilmek için batılıların elindeki Osmanlı Bankası ile malî bir anlaşma imzalamak zorunda kalmıştı (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardımları karşılı ında, devletin bazı gelirlerini devralıyordu. ıngiliz ve Fransızların kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-ı Umumîye ıdaresi Osmanlı ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.

Genç Türkler veya Jön Türkler adı verilen ve yurt dışında ve içinde faaliyet gösteren Meşrutiyet taraftarları, ıstanbul’da ıttihad-ı Osmani derne ini kurmuşlar ve bu dernek 1894/95’te ıttihat ve Terakki Cemiyeti adını almıştı. Selanik’te Enver ve Niyazi Paşalar gibi subayların da katılmasıyla güçlenen ıttihatçılar, Osmanlı devletini ancak Kanun-ı Esasî’nin yeniden kabulünün kurtarabilece ini düşünüyorlardı. Kola ası Niyazi Bey ve ona katılan Enver Bey’in Resne’de isyan ederek da a çıkmaları ve Rumeli’de halk tarafından büyük bir destek bulmaları üzerine II.Abdülhamit anayasayı yürürlü e koyarak II.Meşrutiyet’i ilân etti ((23 Temmuz 1908).

17 Aralık 1908’de meclis yeniden açıldı. Yapılan seçimlerde ıttihat ve Terakki Fırkası büyük bir başarı sa lamıştı. Ancak bu gelişmeler esnasında Bulgaristan ba ımsızlı ını elde etmiş ve Girit meclisi Yunanistan’a ilhak kararı almıştı.

ışgal altındaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafından fiilen ilhak edilmişti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan ıttihatçılar, olumsuz gelişmelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare oluşturmaya başlamışlardı. Bundan faydalanmak isteyen Meşrutiyet aleyhtarları, bazı Avrupa devletlerinin de kışkırtmasıyla isyan ettiler. ıstanbul’daki Avcı Taburları’nın 13 Nisan 1909’da başlattıkları isyan sırasında pek çok ıttihatçı öldürüldü. II.Abdülhamit olayları önleyemedi. Bunun üzerine Mahmut şevket Paşa komutasındaki ordu Selanik’ten yola çıktı. Harekat Ordusu adı verilen bu ordunun kurmay başkanı Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu, kısa sürede duruma hâkim olarak isyanı bastırdı. ısyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit, şeyhülislâmdan alınan fetva ile meclis tarafından tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardeşi V. Mehmet Reşat yerine getirildi. V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi ıttihatçı hükûmete bırakmıştı. Yeni iktidar zamanında da felâketler birbirini takip etti. Osmanlı Devleti hızla da ılma devrine girmekteydi.

Osmanlıda yenileşme hareketleri konusunda tarihçiler tam anlamı ile görüş birliği yapmış değildir.Bazı tarihçiler yenileşme hareketlerinin başlangıcı olarak Lale Devrini alırken, bazı tarihçiler ise tanzimat fermanını baz almaktadır.

Osmanlıda Yenileşme Hareketleri

   Batı örnek alınarak yapılan yenileşme hareketleri
   Gelenekçi sistemle yapılan yenileşme hareketleri

Olmak üzere 2 fikri çıkışı vardır.

   Gelenekçi yaklaşımla Osmanlı yenileşme hareketleri

Bu görüşe göre Osmanlı devletinin geri kalmasının nedeni ordunun ve kanunların bozulmasına bağlanıyordu. Bu durumdan çıkabilecek güce ve devlet adamlarının varlığına inanılıyordu.  Devlet iyi yönetilir, kanunlarda değişiklik yapılır ve işin ehli Türk devlet adamları iş başına gelmesi ile sorunun çözüleceği düşünülüyordu.  Bu düşünce de askeri sistemi düzeltmekle ilgilidir.  II. Osman (1618-1622), IV. Murat (1623-1640) ve Köprülüler devri bu tip reformların örnekleridir.

   II.Osman yenilikçi bir padişahtı. Yeni çerilerin daha yeni yeni devlete zarar verdikleri yıllarda.Yeniçeri ocağını kaldırmak için girişimde bulundu.Fakat çıkan isyan ile öldürüldü. İlk defa saray dışından bir kadın ile evlenmiş ve sarayı halka açmıştır.
   IV Murat ıslahat çalışmaları yapmıştır. Yaptığı ıslahatları şiddet uygulayarak uygulaması ile bilinir. Tütün içki yasağı getirmiştir. Saray ağalarının ve saray kadınların devletteki yönetmedeki gücüne son verdi. Devlet sorunlarının tespiti için Koçi Bey’e rapor hazırlatmıştır.Fakat raporu uygulayamadan ölmüştür.
   Tarhuncu Ahmet Paşa : ilk kez devlet bütçesi hazırlamıştır. Harcamalarda kesintiye gidilmesini sağlamıştır.
   Köprülü Mehmet Paşa :Farklı bir sadrazamdır. Sadrazam olması istenmiştir.Fakat Mehmet paşa görevi ancak ileri sürdüğü şartların kabul edilmesi ile kabul edeceğini söyler.Şartları kabul edilir ve kendisi sadrazam olur. bazı şartlar sunarak göreve gelen ilk ve tek sadrazamdır. sarayın devlet işlerine karışmamasını, devlet memurluklarına kendi istediği kişileri ataması gibi şartlar ileri sürmüştür. İsyanları bastırmış, askeri disiplin altına almıştır.

Bu dönemdeki yapılan ıslahat çalışmalarından Avrupa örnek alınmamıştır. Köklü ıslahatlar olmayıp günü birlik ve bireysel ıslahat hareketleridir.

Osmanlı Devleti 18.yy’dan itibaren Avrupa’nın gerisinde kaldığını anlamış ve batı tarzında yenilikler yapmaya başlamıştır. ıslahat =yenilik anlamına gelir. Osmanlı devletinde yenilik hareketleri şu alanlarda olmuştur: *yönetim, *ordu, *eğitim, *ekonomi, *kültür. Osmanlı devletinde yenilik hareketleri şu padişah dönemlerinde olmuştur :
III.SELİM DÖNEMİ: Bu dönemde yapılan yenilik hareketlerinin genel adı NİZAM-I CEDİT’TİR. III. selim dönemindeki bazı yenilikler şunlardır :
* Osmanlıda yenileşme hareketleri arasında Avrupa’da sürekli elçilikler kuruldu. *kara mühendishanesi kuruldu.(mühendishane-i berr-i hümayun) *yerli malı ürünler kullanılması teşvik edildi.
* NİZAM-I CEDİT adlı ordu kuruldu. * nizam-ı cedit ordusunun ihtiyaçları için İRAD-I CEDİT hazinesi oluşturuldu.
Not: III. Selim dönemi Kabakçı Mustafa ayaklanması ile sona erdi.(1807)

Islahat Fermanı

Islahat Fermanı veya Islâhat Hatt-ı Hümâyûn-û, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde devletin yıkılmaktan kurtarılması amacıyla; siyasî kuruluşlar, kişi hakları ve yeni kurumların kurulması konularında yapılması tasarlanan köklü değişiklikler için Sultan Abdülmecid zamanında yayımlanan fermandır. Tanzimat Dönemi’nin önde gelen devlet adamlarından biri olan Sadrazam Mehmed Emin Âli Paşa tarafından büyük Avrupa devletlerinin arzuları doğrultusunda hazırlanarak yürürlüğe konmuştur.

İmparatorluk boyunca en önemli fermanlar: 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı, 18 Şubat 1856’da Islahat Fermanı ve 1860’da da Sultan Abdülaziz fermanları olarak sıralanır. Bu fermanlarla, devletin çöküşünün toplumsal ve ekonomik nedenleri araştırılmadan, bazı batı kuruluşlarını ve anlayışını devlete getirmekle devletin kurtarılabileceği sanılmış fakat bu fermanlarla toplumdaki kuruluş ve anlayış ikileme düşmüş, İslam dünya görüşü ve bu anlayışla kurulan kuruluşlarla birlikte batı taklitçisi kuruluşlar arasındaki çatışmalar sonucunda toplumun içinde daha büyük sorunlar çıkmış, çöküşü önleyeceği düşünülen ıslâhat fermânları, beklenen etkiyi gösterememiştir.

Bu dönemde Batı’nın ekonomik desteğine, vereceği borçlara gereksinim duyan Osmanlı Devleti, bunları ancak batı devletlerine çeşitli imtiyazlar tanımak koşuluyla elde edebilmiştir. Bu imtiyazlar sayesinde Osmanlı topraklarına giren yabancı sermaye ve yatırım, sahip olduğu imkân ve güçle yerli sanayiyi büyük ölçüde öldürmüştür. Böylece Osmanlı Devleti yarı sömürge bir devlet hâline gelmiş, bütün ekonomisi ve zengin kaynakları Batılı devletlerin eline geçmiştir.

Islahat Fermanı, Tanzimatın devamı olarak nitelendirilebilecek bir değişim olarak da kabul edilebilir. Zaten fermân Paris Antlaşması metni içerisinde yer almış; antlaşmanın imza aşamasında ise batılı devletler tarafından Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasının engellenmesi neticesinde yapılan baskı ile ilân edilmek durumunda kalmıştır.

1856 Islahat Fermanı, Osmanlı tebâası içerisinde gayrimüslimlere yönelik bir takım hakların verilmesini içermektedir. Avrupalı devletlerin Fransız İhtilali’nin yaymış olduğu milliyetçilik akımlarından etkilenerek Balkanlar’da isyanlar çıkarmakta olan gayrimüslim azınlıkları ülkeye bağlamayı amaçlamaktadır ve dolayısıyla amaçlanan hedeflerden biri de Avrupalı devletlerin bunları bahane ederek Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasını önlemektir.

Ferman, bir Osmanlı toplumu oluşturmayı amaçlar. Irk, dil, din vb. ayrımı yapmaksızın bir Osmanlı milleti oluşturmayı amaçlar ki 19. yüzyılda devletin kötü gidişâtını durdurmak amacıyla ortaya çıkan fikir akımlarından Osmanlıcılık kapsamındadır. Tanzimât Fermânı ( Gülhane Hatt-ı Şerif-î, 3 Kasım 1839 )’nın amacı azınlık isyanlarını önlemek , azınlıkları bahane ederek Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasını önlemek ve toprak bütünlüğünü korumaktır.

Ferman

Bâb-ı Âli tarafından ilan edilen Islahat Fermanı, Kırım Savaşı’nın ateşkesinden 18 gün sonra, 18 Şubat 1856’da ilân edilmiştir. Islahat Fermanı, Tanzimat Fermanı tarafından sağlanan reformları genişletmiştir.

Bu fermanın amacı, millet sistemini kaldırarak bütün din topluluklarının eşit vatandaşlık hakları sağlayarak Müslüman ve gayrimüslim Osmanlı tebâası arasında tam bir eşitlik sağlamaktır. Böylece Millet-î Rûm haricinde gayrimüslimlere de devlet kademelerine memur olma yolu açılmıştır. Din değiştirme hakkı kabul edilmiş, İslam’dan çıkmanın ölüm cezasıyla cezalandırılması usulüne son verilmiştir. Gayrimüslimlere askeri okullara gitme hakkı tanınmıştır. Ayrıca uygulanan vergilerde (bkz. cizye) de bir eşitlik sağlanmıştır. Bu anlamda 15. madde ile eşit haklar beraberinde eşit yükümlülükler getirir düşüncesi getirilmiştir. Böylece gayrimüslimlerin de askerlik yapma yükümlülüğü doğmuş, askerlik yapmak istemeyenlere de askerlik vergisi olan ( bedel-i askerî / ‏بدل عسكري ) olanağı sunulmuştur. Bu yeni uygulama sayesinde Müslüman tebaa da para karşılığında ( bedel-i nakdî / ‏بدل نقدي ) askerlik görevinden muaf olma şansını yakalamıştır.

Islahat Fermanı ile gayrimüslimler kendi meclislerini oluşturarak kendi meselelerini (ağırlıklı olarak yönetimsel ve dinsel) yönetmiş ve o konularda kararlar alabilmişlerdir. Aldıkları kararlar da (Rum Patrikliği Nizâmâtı, 1862, Ermeni Patrikliği Nizâmâtı, 1863 ve Hahamhâne Nizâmâtı , 1865) Batı tarafından anayasa olarak anılmıştır. Ermeni Anayasası (Ազգային սահմանադրութիւն Azgayin sahmanadrutyun) yazarlarından Krikor Odian daha sonra Kanun-i Esasi oluşturma komisyonunda danışmanlık yapmıştır.

I. Meşrutiyet

1875 ile 1876 yıllarında Bosna-Hersek ve Bulgaristan’da bağımsızlık talebiyle ayaklanmalar çıkmıştır. O dönemde Osmanlı dış politikasında isyanları destekleyen Rusya’ya bir yönelim hâkim olmuştur. Bu yönelime karşı 10/11 Mayıs 1876 tarihinde bir ayaklanma çıkmış, çıkan ayaklanma sonucunda Sadrazam Mahmud Nedim Paşa düşürülmüş ve diğer üst düzey mevkilere yeni kişiler getirilmiştir. Böylece Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa sadrazam, Hasan Hayrullah Efendi şeyhülislam, ve Hüseyin Avni Paşa savaş dairesi başkanı olmuştur. Bu yeni isimler Midhat Paşa ile beraber Padişah Sultan Abdülaziz’i 30 Mayıs 1876 tarihinde tahttan düşürmüş ve yerine yeğeni Mehmed V. Murad Efendi’yi getirmişlerdir. İlerleyen zamanlarda bir anayasa çıkarmaya karşı olan Hüseyin Avni Paşa ile anayasa savunucu Midhat Paşa arasında büyük tartışmalar meydana gelmiştir. Sadrazam Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa, Hüseyin Avni Paşa tarafında yer almış ve V. Murad’ın ruh sağlığının bozuk olduğu gerekçesiyle bir anayasanın kabulü için uygun zaman olmadığını ve böyle bir şeyin söz konusu bile olamayacağını savunmuştur. Hüseyin Avni Paşa 15 Haziran 1876’da Midhat Paşa’nın evinde bir toplantı esnasında tahttan düşürülmüş olan Sultan Abdülaziz’in bir taraftarı tarafından vurularak öldürülmüştür.

30 Temmuz 1876 tarihinde Sırbistan-Karadağ Osmanlı İmparatorluğu’na karşı savaş ilan etmişlerdir. Aynı zamanda İngiltere de yaklaşan Osmanlı-Rus Savaşını engellemek ve ayaklananlara büyük bir özerklik verilmesi amacıyla bir konferansın düzenlemesi için sıkıştırmıştır. Olası bir yabancı müdahaleye karşı koymak için Midhat Paşa bütün Osmanlı tebâasına eşit haklar sağlayacak ve planlanan konferanstan önce yürürlüğe girecek olan bir acil anayasanın çıkarılması konusunda ısrar etmiştir.

Mithat Paşa, V. Murad’ı tahttan indirebilmek için V. Murad’ın kardeşi Abdülhamit ile konuşur ve ona anayasayı kabul etmesi koşulu ile tahtı teklif eder. Abdülhamit anayasayı kabul edeceğini ilân ettikten sonra 31 Ağustos 1876 tarihinde II. Abdülhamit sıfatıyla tahta gelir. II. Abdülhamit tuttuğu sözü yerine getirmek için, özellikle de anayasa komisyonun görevlendirmek için kendine zaman verir, fakat Midhat Paşa’nın devam eden baskıları sonucu sözünü yerine getirir.

20 Ulema ve üst düzey devlet görevlilerinden oluşan ve gelişmeleri belirleyecek olan birinci danışma kurulu 30 Eylül 1876’da padişahın emri ile toplanmıştır. Kurula Midhat Paşa başkanlık yapmıştır. Kurula Midhat Paşa’nın hazırladığı 59 maddelik Kanûn-î Cedîd (‏قانون جديد‎) ile Said Paşa’nın Fransız Anayasası çevirisinden oluşan bir taslak sunulmuştur. Kurulda anayasa karşıtlarının da olması sebebiyle gazetelerin de haber ettiği büyük tartışmalar çıkmıştır. Bakanlar kurulu (Hey’et-i Vükelâ / ‏هيئت وكلا‎) oluşturulduktan sadece bir hafta sonra var olan kurulun feshine ve yeni bir kurulun oluşturulmasına karar vermiştir.

8 Ekim 1876 tarihinde yeni anayasa kurulu (Cemiyet-i Mahsusa) üyelerinin isimleri açıklanmıştır. Birçok kaynağa göre üye sayısı 2 asker, 10 ulema ve 13 Müslüman ile 3 Hıristiyan olma üzere toplam 28’dir. Daha etkili çalışabilmek için çalışma gruplarları yönetim ile ilgili düzenlemeler konusunda eğitilmişlerdir.

Anayasa taslağı oluşturulurken Midhat Paşa ve Said Paşa’nın eserlerinin yanı sıra Süleyman Hüsnü Paşa’nın Kanûn-î Esasî müsveddesinden ve mümkün olduğunca Belçika ile Prusya Anayasalarından yararlanılmıştır. Anayasa taslakları (toplam üç taslak) padişahın isteği doğrultusunda seçilen memurlara, Mütercim Mehmed Rüşdi Paşa ile bakanlar kuruluna Yıldız Sarayı’nda üzerinde çalışması için sunulmuştur. Son taslak 1 Aralık 1876’da son halini almış ve 6 Haziran’da bakanlar kurulunca kabul edilmiştir.

Yıldız Sarayı’nda padişahın sürgün hakkı üzerinde ısrarla durulmuştur. Böylelikle, 3. paragrafında padişaha sürgün hakkının verildiği 113. madde anayasaya eklenmiştir. Bu gelişme, özellikle özgürlük hakkını ve anayasal yönetimi savunduğu politik görüşünden dolayı Londra’ya kaçmış olan ve daha sonra affedilerek 2 Kasım 1876’da özel anayasa kurulunda üye olan Genç Osmanlılar’dan Namık Kemal’de öfkeye neden olmuştur. Anayasanın çıkarılması için baskı yapan Midhat Paşa da sonunda öfkeleri dindirebilmiş ve 19 Aralık 1876’da sadrazam olmuştur.

23 Aralık 1876’da Kanûn-î Esasî padişah tarafından kabul edilmiş ve yürürlüğe girmiştir. Konstantinople Konferansına ( İstanbul Konferansı ) ev sahipliği yapmış olan hariciyeden sorumlu bakan Mehmed Esad Saffet Paşa 101 top atışıyla yeni anayasanın ilanı edildiğini ve bütün Osmanlı tebâasının eşit duruma getirlip haklarının ve özgürlüklerinin garanti altına alındığını duyurmuştur. Buna rağmen Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’na kuşkuyla bakmaya devam etmiş ve bu anayasayı da öne alınnmış göstermelik bir çözüm olarak değerlendirmiştir. 5 Şubat 1877’de padişah sürgün hakkını ilk defa Midhat Paşa’yı görevinden alarak kullanmıştır. Tam 11 hafta sonra da kaybedilen Osmanlı-Rus Savaşı başlamıştır. Yıldız Sarayı’nın görüşüne göre anayasa amacını gerçekleştirememiştir. Padişah da bu yenilgiden sorumlu tutulmaktan korkmuş, bu yüzden parlamentoyu yenilginin suçlusu olarak göstererek 14 Şubat 1878’de 7. maddeyi kullanarak (padişahın olağanüstü durumlarda parlamentoyu askıya alması) parlamentoyu feshetmiş ve tam monarşik bir sistemle ülkeyi yönetmeğe devam etmiştir.

Anayasanın arkasındaki itici güç olan Midhat Paşa, Yıldız Mahkemesi tarafından Sultan Abdülaziz’in ölümünde birinci derecede sorumlu tutularak hakkında çıkarılan ölüm fermânına ve mahkemeden bağımsız iki kurulun da bu idamı onaylamasına rağmen ingilizlerin baskısıyla padişah tarafından affedilip sürgüne gönderilmiş ve sürgüne gönderildiği Hicaz’daki Taif kalesinde 8 Mayıs 1884’de İstanbul’dan gelen emirle boğularak öldürülmüştür. (Ref: Gábor Ágoston; Bruce Alan Masters (2009) Encyclopedia of the Ottoman Empire. Infobase Publishing. pp. 378–379. ISBN 978-1-4381-1025-7. Retrieved 9 June 2013.)

Midhat Paşa, Niş ,Tuna, Bağdat ve Suriye de Valilik yaptığı dönemlerde  sayısız okul, hastane,yol ve köprü gibi altyapı hizmetlerini halkın katılımıyla yaptırarak büyük ün kazanmıştır. Üç yıl süren Bağdat valiliği sırasında bölge Osmanlı tarihindeki en güvenli ve istikrarlı dönemini yaşamıştır.

II. Meşrutiyet

II. Abdülhamit’in monarşi rejimine karşı yürütülen harekette yer alan Kolağası Ahmet Niyazi Bey 3 Temmuz 1908’de dağda bulunan 200-400 askeri ile anayasanın yeniden yürürlüğe girmesini sağlamıştır. Ahmet Niyazi Bey, Enver Bey yönetimindeki İttihat ve Terakki Fırkası, Ermeni Devrimci Federasyonu ile Arnavut, Yunan, ve Bulgar toplulukları tarafından desteklenmiştir. Niyazi Bey tarafından başlatılan Jön Türkler Ayaklanması Makedonya ve özellikle Kosova vilayetlerinde, Korzo ve Selânik’te gerçekleşmiştir. Buna karşılık olarak padişah 18. bölük ile Niyazi Bey’e karşı koyması için Şemsi Paşa’yı göndermiştir. Şemsi Paşa, Jön Türk Atıf Bey tarafından vurularak öldürülmüştür. Bunun üzerine Padişah bu ayaklanmaya karşı koyabilmek için Sadrazam Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa’yı görevinden almış ve 1876 yılındaki anayasa çalışmalarında hazırlamış olduğu Fransız Anayasası çevirisinden yararlanılmış olan Mehmed Said Paşa’yı sadrazam ilan etmiştir. Mehmed Said Paşa kabinesinde monarşi yanlıları da yer almıştır.

23 Temmuz 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti Makedonya’nın birçok kentinde gerçekleşen ve katılımın çok yüksek olduğu eylemlerde bağımsızlık ilan etmişlerdir. Aynı zamanda İstanbul’da anayasanın 24 saat içinde tekrar yürürlüğe girmezse 2. ve 3. Ordu’nun başkente yürüyecekleri haberleri İstanbul’da yayılmıştır. Bu haberler üzerine padişah kabinenin tavsiyesi üzerine aynı gün anayasanın yeniden yürürlüğe girdiğinin bildirildiği ve 24 Temmuz’da gazetelerde yer alan bir fermân yayınlamıştır. Bu fermândan bir hafta sonra ajanlığın ve sansürün sona erdiği saray tarafından duyurularak 1 Ağustos 1908 tarihinde anayasanın yeniden geçerliliği Tanzimat Ferman tarafından teyit edilmiştir. Böylece devrimciler başta olmak üzere, cezalarının üçte ikisini çekmiş olan politik suçlular affedilmiştir. Protestolar nedeniyle de genel af çıkarılmış, bu da Bâb-ı Âli’ye yürüyüşe geçen yaklaşık 2000 kişilik bir isyana neden olmuştur. Bundan yaklaşık iki hafta sonra da Mehmed Said Paşa genel affa eleştirel ve karşı düşüncelerini açıklamasından dolayı, özellikle de İttihat ve Terakki Cemiyeti ile düşünce ayrılığı sebebiyle 5 Ağustos 1908’de sadrazamlıktan düşürülmüş, yerine İngiliz hayranı ve liberal olarak tanınan Yusuf Kamil Paşa getirilmiştir.[kaynak belirtilmeli]

Senato ve yeni seçilen Meclis-i Mebusan 17 Aralık 1908’de toplanmış, meclis başkanı sürgünden geri gelen Ahmed Rıza olmuştur. Mecliste toplam 147 Türk, 60 Arap, 27 Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 4 Yahudi ve 10 Slav temsilci yer almıştır. Talat Bey gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri de milletvekili olarak sayılmıştır. Buna karşılık yürütücü isimler Enver ve Cemal Bey vekil olmamış; fakat politika üzerinde büyük etkileri olmuştur. Sadrazam Yusuf Kamil Paşa 10 Şubat’ta İttihat ve Terakki Cemiyeti komitesine sormadan yeni bir donanma ve savaş bakanı atmasından sonra 14 Şubat 1909’da güvensizlik oyu ile düşürülür ve yerine Hüseyin Hilmi Paşa getirilir. Ayrıca Islahat Fermanı nedeniyle ‘gavur ve kafir’ kelimesinin de içinde olduğu birçok kelime yasaklanmıştır

———————-

ISLAHAT FERMANI

Tanzimat fermani yeterli bulunmayarak, gayr-i müslimlere daha fazla haklarin verilmesi için 1856’da yayinlanan ferman. Gül hâne Hatt-i hümâyûnu gibi, imparatorlukta yapilmasi kararlastirilan yeni bir düzenin program ve prensiplerini içine alir. Bu ferman esâs olarak Tanzîmât hükümlerini tekrarlayan, onlari açiklayan ve genisleten bir fermandir.

Rusya, Avrupa siyâsetinde te’ sirli bir rol oynamaya basladiktan sonra, Osmanli Devleti’ni tasfiye ederek sicak denizlere inmegi ana siyâseti kabul etmisti. Bu gayesine erisebilmek için devletlerarasi münâsebetlerin ortaya çikardigi imkânlara göre; ya Osmanli topraklarini Rus imparatorluguna katacak, bu olmazsa ayni topraklari alâkali Avrupa devletleriyle paylasacak, bu da olmazsa, Osmanli arazisi üzerinde muhtar veya müstakil devletler kurulmasini saglayip, bunlari yeri geldikçe kontrolü altina alacakti. Ilk iki yol imkânsiz göründügü için Rusya bilhassa üçüncü yolu seçip, faaliyetlerini yogunlastirdi. Bu gayenin tahakkuku için Osmanli Devleti içerisindeki Ortodoks tebeayi himaye etme ve imtiyazlarini çogaltmak isteklerinde bulundu. Diger taraftan, Rusya’nin sicak denizlere inmesini, bilhassa Akdeniz’e inerek Hindistan yolunda tehlike teskil etmesini istemeyen Ingiltere de Ruslara karsi çikiyor ve Osmanli Devleti’ni destekler görünüyordu. Böylece bir taraftan Ruslara mâni olurken, diger taraftan Osmanli Devleti’ni Ruslarla mesgul ederek Hindistan’da serbestçe hareket ediyordu. Fransa ise; Avrupa siyâsetinde Rusya ve ingiltere’den geri kalmak istemiyor, Rusya’nin Akdeniz’e inmesinin Fransizlarin buradaki ticâretine sekte vuracagini düsünüyordu. Bu maksatla Osmanli Devleti’ni Ruslara karsi destekliyordu. Diger taraftan da Osmanli Devleti içindeki Katoliklerin hâmiligine tâlib oluyordu. Iste bu siyâsî atmosferde 1854 senesinde çikan Osmanli Rus harbinde, Avrupa devletleri Osmanli kuvvetlerinin yaninda yer aldilar.

Ingiltere, Fransa ve Avusturya daha Nisan 1855’de Viyana’da Kirim savasi sonrasinda yapilacak andlasmanin esaslarini görüserek bâzi kararlar almislar ve 16 Aralik 1855’de bir andlasmaya varmislardi. Bu kararlar dört madde olup, Avusturya imparatorunun ültimatomuyla çara bildirildi. Bu kararlarin dördüncü maddesi; “Osmanli memleketlerinde bulunan hiristiyan tebeanin haklari, pâdisâhin istiklâl ve hâkimiyetine asla dokunulmamak sartiyla tasdîk olunacak, pâdisâh bu hususta Rusya’nin muvafakatini îcâb ettiren bir taahhütte bulunacak” idi. Bu maddede de görüldügü üzere Osmanli ordusunun kazandigi zafer bile, gayr-i müslimlere imtiyaz sebebi oluyordu. Rusya, kurulacak Avusturya, Fransa, ingiltere ittifaki tehlikesi karsisinda bu kararlari kabul etti. Osmanli hükümeti, kendi hiristiyan tebeasi ile ilgili maddenin devletin iç islerine karisma anlamina gelecegini bildirerek, 16 Aralik tarihli kararlar arasinda yer almamasina çalisti ise de basarili olamadi. Neticede bu maddenin programlastirilmasi için su tezler ortaya atildi. Rus tezi: “Osmanli Devleti sinirlari içinde yasayan hiristiyanlarin hak ve imtiyazlari Avrupa devletlerinin müsterek garantileri altina alinmalidir.” ingiliz tezi: “Tam ölçüde bir din serbestligi ve hukuk esitligi saglanmalidir.” Fransiz tezi: “Müslüman tebea ile hiristiyan tebea arasinda cemiyet, haklar, vergiler, millî egitim ve devlet me’ murluklarina geçme bakimindan sürüp gelen farklar, bir ferman ile kaldirilarak Gülhâne hattinda isaret edilen tebea esitligi tam manâsiyla gelistirilmelidir.” Bâb-i âlî, Rusya’nin teklifini, hükümranlik haklarina müdâhale, ingiliz teklifini de islâmiyet’i küçültücü gördügü için, Fransiz teklifini kabul etti. Ayrica yapilacak Paris konferansinda Ruslarin gayr-i müslimler konusunda bir istekleri ile karsilasmak istemiyordu. Fransiz tezinin kabulü üzerine, bunun bir ferman hâline getirilmesi Bâb-i âli’ye birakildi.

Alî Pasa hükümeti tarafindan îlân edilen bu fermanin hazirlanmasinda Ingiliz ve Fransiz elçileri de bulunmustu. Bu sekilde hazirlanan ferman, Paris konferansindan önce, 28 Subat 1856’da Bâb-i âli’de Islâhat hatt-i hümâyûnu adiyla devlet erkâni, seyhülislâm, patrikler, hamambasi ve cemâatlerin ileri gelenleri önünde okunarak îlân edildi. Otuz bes maddeden meydana gelen fermanin getirdigi önemli hususlar özetle sunlardi:

1- Tanzimat fermani ile degisik din ve mezheplerdeki bütün tebeaya verilen te’minât, bu fermanla yenilendiginden, bunlarin uygulamasi için gerekli tedbirler alinacaktir.

2- Müslümanlar ile müslüman olmayanlar kânun önünde esit olacaklardir.

3- Patrikhanelerde yeni meclisler kurulacak ve bu meclislerin verecekleri kararlar Bâb-i âlî tarafindan onaylandiktan sonra yürürlüge girecektir.

4- Patrikler kayd-i hayat sartiyla bu makama seçileceklerdir.

5- Cemâatlerin ruhanî reislerine verdikleri cevâiz ve avâidât tamâmiyle kaldirilarak hepsi maasa baglanacaktir.

6- Sehir ve kasabalarda bulunan azinliklara ait kilise, manastir, mezarlik, okul ve hastahâne gibi yerlerin tamir veya yeniden yapilmasina izin verilecektir.

7- Hiç kimse din degistirmeye zorlanmayacaktir.

8- Devlet hizmetlerine, askerlik görevine ve okullara bütün tebea esit olarak kabul edilecektir.

9- Irk, din, dil, farki gözetilmeyecek ve hiç bir mezheb digerine üstün sayilmayacaktir.

10- Bütün toplumlar okul açabilecektir.

11- Hangi uyruktan olursa olsun her vatandasin esit ve serbest sekilde ticâret ve ekonomik girisimlerde bulunmasi saglanacaktir.

12- Müslümanlar ile gayr-i müslimler arasindaki dâvalari görmek üzere, karisik mahkemeler kurulacaktir.

13- Yabanci devlet ile yapilacak andlasmalar geregince yabancilar da Osmanli Devleti sinirlan içerisinde mülk sahibi olabileceklerdir.

14- Her cemâatin ruhanî reisiyle, devlet tarafindan bir sene müddetle tâyin edilecek birer me’ muru, bütün tebeayi ilgilendiren mes’elelerde Meclis-i vâlâyi ah kâm-i adliye müzâkerelerine istirak ettirilecektir.

Islâhat fermani da, maddelerinden anlasilacagi üzere Tanzimat fermani gibi Osmanli imparatorlugu içerisindeki gayr-i müslimleri, özellikle hiristiyanlari müslümanlarla ayni haklara kavusturmayi esas almistir. Bu iki fermanin görünürdeki gayeleri, bütün Osmanli toplumunu; irk, din ve dil ayrimi gözetmeden kaynastirmayi saglamak idiyse de tatbiki aksi oldu. Bu ferman, gayr-i müslimlerle müslümanlari kaynastirmak söyle dursun, çesitli gayr-i müslim unsurlarin hattâ ayni mezhepten olan çesitli irklarin bile birbirleriyle bir arada yasamalarini saglayamadi.

Bu ferman, konu olarak, sâdece müslüman olmayan uyrugun ayricaliklarini genisletmistir. Nitekim Tanzimat’in ve arkasindan 1856 Islâhat fermaninin getirdigi yeni haklarla, Osmanli tebeasi içindeki gayr-i müslimlerin durumu müslümanlara nazaran çok daha iyi bir duruma geldi. Avrupa’nin himaye siyâseti sayesinde büyük ekonomik güce sâhib olan azinliklar, yavas yavas siyâsî haklara da kavusuyorlardi. Artik resmen millet terimiyle tanimlanan dînî cemâatlerin gelisme ve genisleme imkânlari artmis bulunuyordu. Öte yandan Avrupa devletlerinin, Osmanli hükümetini böyle bir fermani îlâna mecbur birakmasi, kendilerine siyâsî, ekonomik, hukukî ve kültür alanlarinda yeni çikarlar saglamayi hedef aliyordu. Ingiltere, Kirim savasi ile Ruslarin sicak denizlere inmesini önlemis, Fransa da Akdeniz ticâretini emniyete almis, ayrica Katoliklerin hâmiligini üzerine almisti. Rusya ise savasta kaybettigini bu fermanla masa basinda kazanmisti. Ayrica Alî Pasa’nin bu fermani Pâris and lasmasi maddeleri içinde yer almasini istemesi, batili devletlerin iç islerimize müdâhalesine imkân verdi.

Islâhat fermani, Gülhâne Hatt-i hümâyûnu gibi sessizlikle karsilanmamis ve çesitli yönlerden elestirilmistir. En büyük elestiriyi Fransiz elçisi; “Devlet-i âliyyenin bu kadar fedâkârlik edecegini me’ mûl etmez idik (ummazdik). Can ning (Ingiliz elçisi) ne dediyse vükelâyi devlet-i âliyye (Osmanli devlet adamlari) kabul etti. Eger biraz dayanilmis olsaydi, ben bâzi mertebe kendilerine yardım ederdim” diyerek olmamasi gereken bir gafleti dile getirmistir. Cevdet Pasa da; “Bu Islâhat fermanindan dolayi rnillet-i islâmiyye dilgîr (gönlü kirik) olarak vükelâyi hâzirayi fasi ve mezemmet (kötüler) oldular” diyerek fermanin nasil karsilandigini ifâde etmektedir. Hâriciye nâzin Fuâd Pasa ise aksine bu belgenin andlasmaya konulmasi ile yabanci müdâhalenin önlenecegini savunmustur.

Islâhat fermaninda gayr-i müslim vatandaslarin lehine oldugu kadar, onlari tedirgin eden hükümler de bulunmakta idi. Askerlik mükellefiyeti, Fâtih devrinden beri bahsedilen dînî imtiyazlarla muafiyetlerin yeni sartlar dâhilinde tedkîki, papazlarin öteden beri cemâatlerinden almakta olduklari haraç ve keyfî aidatin ilgâsiyla ayliga baglanmalari ve bütün ruhanî reislerin sadâkat yeminiyle mükellef tutulmasi gibi esaslar, onlara çok agir gelen hükümler idi. Bu yüzden müslümanlar kadar gayr-i müslimlerde (Tanzimat fermaninda oldugu gibi) Islâhat fermaninin aleyhinde bulunmuslardir. Devlet içerisinde bu sekilde karsilanan Islâhat fermani, uygulamada da bir çok güçlüklerle karsilasti. Bunlar, Osmanli Devleti’nin yapisi, Avrupa’nin siyâset, cemiyet ve ekonomi alaninda geçirdigi gelisme ve Paris andlasmasina imza koyan devletlerin islerine karismalarindan doguyordu. Bu sebeble de bâzi hükümleri kagit üzerinde kaldi.

Mustafa Resîd Pasa tarafindan hazirlanan Tanzîmât fermani ile onun yetistirmesi Alî Pasa tarafindan hazirlanan Islâhat fermani arasindaki fark, hazirlik safhasinda kendisini gösterir. Tanzîmât fermani hazirlanirken açik bir yabanci te’siri görülmezken, Islâhat fermani Alî Pasa ile istanbul’daki Fransiz ve Ingiliz elçileri arasinda kararlastirilmistir. Gülhâne hatt-i hümâyûnu, yayinlandiktan sonra yabanci elçilere sâdece bilgi edinmeleri için bildirildigi hâlde, Islâhat fermani Paris konferansina katilan devletlere, Paris andlasmasinin bir maddesinde isaret edilmek için gönderilmisti. Bu durum, Osmanli Devleti’nin iç ve dis siyâsetinde bir yabanci müdâhalesine yer vermisti.

Bâzi bati tarzi kuruluslarin ülkeye girmesi ile cemiyetteki kurulus ve anlayis farklilasmasi, islâmi müesseselerin yaninda bati taklitçisi bir anlayis ve bati taklidi kuruluslarin te’sisine sebeb olmustur. Tanzimat ve Islâhat fermanlari devletin çöküsünü engellemesinde hiç bir müsbet te’siri olmamis, aksine ülkedeki tebea ve cemiyetler arasinda yeni ve daha büyük problemlerin çikmasina zemin hazirlamistir.

Meselâ Suriye’de büyük bir galeyan basladi. Arkasindan 1858’de Cidde’de müslümanlar ile hiristiyanlar arasinda çatisma çikti. Fransiz ve ingiliz konsolostan öldürüldü. Bunun üzerine ingiliz ve Fransiz donanmalari Osmanli Devleti’ne sormadan sehri bombaladilar. Faillerden on kisiyi yakalayarak idam ettiler. Cidde bir Osmanli topragi idi. Bagimsiz bir devletin topraklarinda islenen bir suçun failini ancak o devletin cezalandirmasi milletlerarasi bir kaide, teamül oldugu hâlde, batili devletlerin buna aldirdiklari bile yoktu. Nihayet, Lübnan’da dabüyük bir isyan patlak verdi. Uzun mücâdelelerden sonra 9 Haziran 1861’de “Lübnan Nizâmnâmesi” imzalandi. Buna göre; hiristiyan bir valinin baskanliginda Lübnan muhtar eyâlet hâline getirildi. Böylece Islâhat fermani batili devletlerin istedigi, meyveleri vermeye basladi.